29 Ocak 2013 Salı

Kitap 1: Cat's Cradle - Kurt Vonnegut


Gece Ana, Galapagos, Mezbaha No:5, Hapishane Kuşu derken Kurt Vonnegut'ın bir kitabı daha bitti. Vonnegut'ın en sevdiğim özelliği, her ne kadar bir hikaye anlatıyor olsa da satır aralarında okuyucuya kendi aklından geçenleri de eşzamanlı aktarmayı ihmal etmiyor olmasıdır. Bu da onu romanın yazarı olmaktan çok, sanki romanı kafa kafaya vererek okuduğunuz, yorumladığınız biri gibi hissettiriyor. 

Kedi Beşiği, Hiroşima bombasının yaratıcısı olan bilim adamının, bombalamanın olduğu gün neler yaptığını anlatmak isteyen bir yazarın araştırmalarını anlatıyor. Hep ülkelerin ülkelere yaptığı eylemler olarak dile getirilen savaş halinin aslında insandan başladığını farklı bir bakış açısıyla anlatmaya çalışmış. 

Vonnegut, Galapagos kitabının önsözüne Anne Frank'ın bir sözüne yervermişti: "Herşeye rağmen, insanlarin kalben iyi olduklarina halen inaniyorum." Bu sözdeki "herşeye rağmen" kısmının tahrip ediciliği kadar, "insanların kalben iyi oldukları" kısmı da keşke aynı şiddette etkili olabilse...

Kaplan avlanır, 
Kuş uçar, 
Adam oturup "niye" diye sorar. 
Kaplan uyur, 
Kuş konar, 
Adam oturup anlamış gibi yapar. 


***

Tiger got to hunt,
Bird got to fly;
Man got to sit and wonder, "why, why, why?"
Tiger got to sleep
Bird got to land;
Man got to tell himself he understand.

27 Ocak 2013 Pazar

Tiyatro 2: Sidikli Kasabası Müzikali / Urine Town Musical


Sidikli Kasabası Müzikali, tuvalet ihtiyacının sadece umumi tuvaletlerde ve tabii ki para karşılığında karşılandığı bir kasabayı anlatıyor. Bu metafor, en temel ihtiyaçların bile parasız giderilemeyeceği bir düzenin nelere mal olduğunu gösterirken, tam tersi alternatif bir düzenin de işe yarayıp yaramayacağını sorguluyor. Güldürürken ince ince düşündüren, gözlerimizi açmaya çalışan, Küçük Sally'e "Eveeet" diye coşku ile cevap verme bilincine ve cesaretine ulaşmamızı hedefleyen idealist bir çalışma...


Oyuncuların konservatuar yıllarında oynamaya başladığı bu oyun, İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından, kadrosu ve içeriği hiç değiştirilmeden gösterime alınmış. Bu da oyuncuların arasındaki sıcak kimyanın sebebini açıklıyor. Özellikle Memur Lockstock rolündeki Doruk Şengün, Küçük Sally Berfu Aydoğan ve güzel sesi ile Hope Cladwell rolündeki Ceren Gündoğdu'yu hayranlıkla izledim. Bobby Strong'u canlandıran Nebi Birgi'nin ise diğer oyunculara göre daha abartılı bir oyunculuk sergilediğini düşünüyorum. Ancak bu abartı, itici olmaktan çok bir çizgi film karakteri mesela bir Disney prensini izliyormuşum gibi hissettirdi. 



Oyunun finalinden sonra, geçtiğimiz sene hayatını kaybetmiş oyuncu arkadaşları Güniz Bilge'yi anmak için başrol oyuncusu Ceren Gündoğdu bir konuşma yaptı. Çok sevdikleri ve yaşama bağlılığı ile örnek aldıkları arkadaşını anlatmaya başladığında boğazı düğümlendi. Bu durumda gözyaşlarını tutamayacağını ve devam edemeyeceğini düşündüm. Oysa o, her ne kadar naif ve kırılgan görünüyor olsa da görünüşünün tam aksine çok güçlü bir konuşma yaptı. Yaşadığı halde hiç hayatlarımıza dokunmayan kişilerin aslında öldüğünü ancak halen adı anılan, anıları anlatılan ve ölmesine rağmen halen hayatlarımıza dokunabilen kişilerin ise asla ölmediğini büyük bir içtenlikle anlattı. Çok eğlenip çok güldüğümüz bir gecede, Ceren Gündoğdu'nun konuşması aracılığı ile Güniz Bilge bizlerin de hayatına dokunarak, bizi duygulandırdı. Her ne kadar onu hiç tanımasam da kendi adıma onun hastayken bile provalara gelişindeki disiplinini ve hayata bağlılığını saygı ile anımsayacağım...

Film 1: Vanilla Sky


Başına gelenlerin bir kabus mu, şizofreni mi yoksa bir tuzak mı olduğunu ayırt edemeyen David'in (Tom Cruise) yaşadığı çaresizliği, kapana kısılmışlığı birebir izleyene de yaşatan bir film Vanilla Sky. Aynı zamanda bilinçaltına, zihne yani kendine hükmetmenin aslında ne kadar büyük bir lüks olduğunun da altını çiziyor. Bu filmi beğenenlere daha önceden çekilmiş olan Michael Douglas'ın The Game filmini öneririm.


Bu filmden sonra Tom Cruise ve Penelope Cruz'un evlenmemeleri hata olurmuş. Penelope hiç olmadığı kadar etkileyici. Belki de kendine benzer yani İspanyol bir karakteri canlandırdığı için çok doğal. Tıpkı Vicky Cristina Barcelona filminde olduğu gibi. Ne tesadüftür ki bu filmden sonra da rol arkadaşı Javier Bardem ile evlenmiştir. Vanilla Sky'da Cameron Diaz, Vicky Cristina Barcelona'da da Scarlett Johansson gibi güçlü rakiplerinden adeta rol çalmıştır.

6 Ocak 2013 Pazar

Tiyatro 1: Ölüleri Gömün / Bury the Dead - Irwin Shaw


Tanıtım Metni: "Oyun pek çok soruyu gündeme getirmektedir: Dünyanın her tarafında sürüp giden savaşların birinde vurulan askerler gömülmeyi reddederek mezarlarından kalksalar ve savaşı durdurmaya kalksalar neler olurdu? Ordu, hükümet, silah tüccarları, politikacılar, iş adamları, din adamları, medya ve sıradan insanlar bu alışılmadık ve inanılması güç isyana nasıl tepki verirlerdi? Ya kocalarını, sevgililerini, babalarını ve oğullarını kaybedenler ne hissederlerdi? Birkaç kişinin direnişi gerçekten bir şeyler değiştirmeye yeter mi?

Tüm bunlar ancak “gerçekten savaşsız bir dünyayı istiyor muyuz?” sorusuna samimi bir yanıt aramakla yanıtlanabilir. Süper Güç hakimiyetinin, bölgesel savaş ihtimallerinin, iç savaşların her an gölgesini hissettiren bir coğrafyada yaşayan bizler için Ölüleri Gömün gündemimizin tam da ekseninde oturan ürkütücü, düşündürücü ve kışkırtıcı bir oyun."

* Vermek istediği mesaj açısından oldukça etkileyici ancak bu mesajı verirken aynı etkileyiciliğe sahip olmayan bir oyun olduğunu düşünüyorum. Aynı konunun etkileyici bir şekilde anlatıldığı Güney Kore yapımı "Welcome to Dongmakgol", Fransız yapımı "Joyeux Noel" ve Çin sinemasından da "The Flowers of War" filmlerini öneririm.  

* Değişen dekorlar yerine sabit dekorun değişken kullanılması oldukça başarılıydı. Arka fondaki siyah zemin üzerine ışıklardan yıldızlar yapılmasıyla, basit ama büyüleyici bir görüntü elde edilmişti. Julia Roberts'ın "Yatağımdaki Düşman" filminde, eşinden kaçarken sığındığı kasabadaki tiyatronun dekoru da bu şekildeydi. Bu fonun önünde ise çiçekli bir salıncak vardı ve sahneyi çok güzel tamamlıyordu.  Ölüleri Gömün oyununda ise bu fonun önünde bir cephe resmedilmişti.

4 Ocak 2013 Cuma

2013


































2012 yılını Pamuk Prenses yılı ilan etmiş ve gösterime giren iki sinema filmini ve bir tiyatro oyununu izlemiştim. 2013 yılını ise en sevdiğim prenses olan Denizkızı Ariel yılı ilan ediyorum. 2013'te 3D olarak tekrar gösterime gireceğini de şimdiden duyurayım.

Film 33: Ink

Siz uyurken, rüyalarınızın iyi mi yoksa kötü mü olacağına yön veren 
rüya savaşçıları olduğunu biliyor muydunuz? 
Daha fazlası için Ink!

Kitap 14: Sessiz Ev - Orhan Pamuk

Christina's World - 1948 - Andrew Wyeth

Sessiz Ev, üç kardeşin yaz tatilinde babaannelerinin evinde kaldıkları sırada olanları ve aynı zamanda geçmişte o evde yaşananları konu alıyor. Gayet sade ve basit bir hikaye, romandaki karakterlerin iç sesleri ve iç hesaplaşmaları ile zenginleştirilerek anlatılmıştır. Hikayeden beklentim, bölümler ilerledikçe olayların biraz daha gelişmesi ve detaylandırılmasıydı. Böylelikle üç kardeşin geçmişte neler olduğunu bir şekilde öğrenmelerini ve babaannelerinin de torunları ile iletişime geçebilmesini bekledim. Ancak ilk bölüm ile son bölümü kıyasladığımda, karakterler birbirlerinin hikayelerini , dertlerini, beklentilerini halen çok az biliyor ve anlıyorlardı. Yazar, giriş - gelişme - sonuç şeklinde standart bir yol izlenmemiş  onun yerine tüm yalınlığı ile hayattan bir kesit anlatılmıştır. Orhan Pamuk'u daha önce Binbir Gece Masalları'nın önsözünde okumuş ve beğenmiştim. Sessiz Ev ile de bu beğenim arttı.

Kitaptan sevdiğim bölümler;

"Ne tuhaf aşk denen şey! Şimdiyi hiç yaşayamıyorum sanki! Bir yandan, bıkıp usanmadan gelecekte ne olacağını düşünüyor, öte yandan da bütün hareketlerini ve sözlerini anlamlandırabilmek için olup bitenleri yeniden defalarca düşünerek geçmişte yaşıyorum. Üstelik bunun, o aşağılık heriflerin aşk diye böbürlendikleri şey olup olmadığını bilmiyorum bile. Ama ne önemi var! Yastığın serin yanını arayarak, kızışan yanaklarımı ve düşüncelerimi ferahlatmaya çalışacağım o uykusuz geceler bitsin yeter!"

"...yeniden başlayan yağmur altında aşka ilişkin karmakarışık düşünceler geçirdim aklımdan, bu felaket ve yıkıntı duygusunu yücelttikleri için şairlere ve sarkıcılara lanet okudum. Ama sonra bu duyguda da, insanin alışıp sevmek istediği bir yan olduğunu sezdim ve tiksindim. Sanki, sonra ne olacak diye merak ettiğim için sevdiğim birinin ölümünü, ya da sırf seyir zevki için, bir evin yanıp yıkılmasını gizliden gizliye istiyor, bu sapık isteklerden de suçluluk duyuyordum. Felaket duygusuna vakit geçtikçe daha çok gömüldüğünün farkındayım."

"...hayata, o bir seferlik araba yolculuğuna bitince yeniden başlayamazsın ama elinde bir kitap varsa, ne karışık ve anlaşılmaz olursa olsun, o kitap bittiği zaman anlaşılmaz olan şeyi ve hayatı yeniden anlayabilmek için istersen başa dönüp biten kitabı yeniden okuyabilirsin."