10 Kasım 2012 Cumartesi

Kitap 12: Mozart'ı Kim Öldürdü? Haydn'ın Kafasını Kim Kesti? - Ernst Wilhelm Heine


Aşağıdaki bölümlerden oluşan toplam 83 sayfalık bir kitap ama her bölüm bittikten sonra konularla ilgili bir sürü detayı araştırma isteği uyandırıyor. Tam yazarın anlatımına ve konulara alışmışken yani tadı damağınızdayken de bitiveriyor. Keşke aynı konular daha uzun anlatılsa, ölümü merak ve kuşku uyandıran başka ünlülerin hikayeleri de eklenerek kitap genişletilseydi. Şimdilik bu kadarını bile şiddetle tavsiye ederim...


Mozart'ı kim öldürdü?


Haydn'ın kafasını kim kesti?


Paganini neden sustu?


Çaykovski'yi ölüme kim gönderdi?


Hector Berlioz'a kim yardım etti?


Duncan nasıl boğularak öldü?

9 Kasım 2012 Cuma

Kitap 11: İçimizdeki Şeytan - Sabahattin Ali


Sabahattin Ali, bu romanında günlük mücadeleler ile boğuşmakta olan sade ve gösterişsiz karakterler seçmiş. Kendi halinde olan bu kişilerin içinde bile, engel ve hakim olamadıkları bir şeytan mefhumu olduğunu, bunda da suçun kişinin kendisinde mi yoksa şeytanda mı olduğunu sorgulatıyor...


İçimizdeki Şeytan kavramını yazarın kendi sözleri ile şöyle özetleyebiliriz;

"İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğimi fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiilerin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizdeki şeytan yok... İçimizdeki aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var..."

Kitaptan sevdiğim bölümler;

"Demek hayat böyle iki adım gerisi  görülmeyen  sisli ve yalpalı bir denizdi. Tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı? Kullanamadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı? Yaşayışımıza ve etrafımıza şekil vermek arzusuyla dünyaya gelmekten ise hayatın ve muhitin verdiği şekli kolayca alacak kadar boş ve yumuşak olmak daha rahat, daha makul değil miydi?"

"Böyle bir geceyi bütün varlığımızla içemeyişimizin sebebi kafamızı birçok saçma şeylerin doldurmuş olmasıdır. On bin, yirmi bin sene evvelki insanlar gibi olabilsek, tabiatı onların gözüyle görsek muhakkak ki şimdi burada böyle sükûnet ile oturamazdık. Onlar güneşi, ayı, falanca büyük tepeyi veya filan bulutu ve yıldırımı babalarının hayrına mı Allah yaptılar? Onlar tabiatta saklı duran ruhu bizden iyi anlamışlardır. Halbuki bizim bunu yapmamıza imkan yok. Mini mini kafalarımızı ukalaca kitaplar, birbirinden çürük bilgiler, neticesi olmayan hesaplar ve Allah kahretsin, karma karışık menfaat düşünceleri dolduruyor... Söyle, hangi ilim, hangi şiir, hangi aşk, hangi develet bu manzaradan daha güzel, daha muhteşemdir? Buna rağmen burnumuzu kaldırmadan bozuk kaldırımlarda yürüyüp gitmekte devam ediyoruz. Dünyadaki insanların acaba kaç binde biri şu anda başını aya çevirmiştir? Halbuki o her şeyi, herkesi görüyor ve gafletimizin üstüne o tatlı, o iyi tebessümünü serpiyor. Dikkatle baksam onun parlak çehresi üzerinde birçok şeyler göreceğimi zannediyorum. Şu dakikada sarı nehir üzerindeki kayıklarında uyuyan yorgun kulileri, iri Hindistan cevizi ağaçlarının dalları arasında tüneyen papağanları, başlarını Nil'in kırmızı sahillerine yaslayarak dinlenen timsahları ve herhangi büyük bir şehrin herhangi bir eğlence bahçesinde sevgilisini belinden kavrayan sarhoş kibarzadeleri aydınlatan hep aynı ışıktır. Halbuki ne kadar masum bir yüzü var; harp meydanlarında bağırsaklarını avuçlayarak ölenleri, apartman kapılarının önüne bırakılan çöp tenekelerini karıştırıp gıda arayanları, aynı geceden ikinci aşığını pencereden içeri almaya çalışanları gördüğü halde güzelliğini ve saffetini muhafaza edebiliyor. Bizler, her gördüğümüz fenalığın ve rezaletin bir parçasını ruhumuzda ebediyen beraber taşımaya mahkûm insanlar onun yanında ne kadar zavallı ve küçük şeyleriz..."

"Bunları bırakalım ve etrafımıza bakalım. Her şey nasıl birbiri içinde erimiş gibi. Şu anda şu kayığı denizden ayırmak mümkün müdür? Parmakların ele bitiştiği gibi bu yumuşak sulara yapışmamış mı? İnsan nasıl olur da şu karşımızdaki ışıkların küçük bir hareketle söndürülebileceğine inanır? Bulundukları yere ebediyen mıhlanmış gibi durmuyorlar mı?... Ve biz... Kendimizi bu geceden ayırmaya muktedir miyiz?  Fakat ne garip, şimdi küreklere sarılarak sahile dönmeye ve insan kokan sokaklardan geçerek evlerimize gitmeye mecburuz." 

"Ne aradığımızı bilmeden aramak... Şimdi içim rahat, aradığını bulan ve başka bir şey istemeyen biri gibi sükûnet içindeyim... Dünyada bundan büyük saadet olur mu?"

"Müşkül vaziyette kalan bir insan için böyle hükümler verilir mi? Asıl iyilik; tanımadıklarımıza yaptığımız iyiliktir, halbuki biz bütün hüsnüniyetimizi dostlarımıza saklayıp bunların dışında kalanları bir çırpıda ve kısa bir hükümle fena addediyoruz!.."

"Çalmak ne demek? Ne garip kelimeler kullanıyorsun. İnsanları anlamakta hâlâ pek gerisin. Zannediyorsun  ki, hepimiz birer makineyiz ve evvelden kurulduğumuz gibi işleriz. Bir yerde bir bozukluk oldu mu, derhal orayı söküp atmak lazım!.. En kuvvetli insanın bile bazen ne kadar zayıf anları, istediğinin tam aksini yapmaya mecbur olduğu dakikaları bulunduğunu nasıl inkar edebiliriz? Böyle hadiseler hiç kimseyi olduğundan daha fena , yahut daha iyi yapamaz."

"Ben hiç bir müziğin, içerisinde güzel, kuvvetli, heyecanlı taraflar bulunan hiç bir sanat şubesinin şekil mülahazaları yüzünden düşmanı olamam. Sanat bir ifadedir, her devir, her medeniyet başka türlü duyar ve pek tabiî olarak başka türlü ifade eder." 

"İnsanların en zayıf tarafları, sormadan araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır."

"Enteresan şey..." dedi. "Umumiyetle para enteresan bir şeydir zaten. Çok kere cebimden bir lira alır, önüme koyarak onu saatlerce seyrederim. Hiç bir fevkaladeliği yok Bir takım hünerli çizgiler, tıpkı mekteplerdeki resmi hattî vazifeleri gibi. Belki biraz daha ince ve karışık... Sonra bir resim. Birkaç satır muhtasar yazı ve bir iki imza... Üzerine biraz fazla eğilince insanın burnuna ağır bir yağ ve kir kokusu vurur. Fakat ne muazzam şeydir bu kirli kağıt azizim, bir düşün!"

6 Kasım 2012 Salı

Film 29: Restless



Kanser hastalığına yakalanmış olan Annabel ile cenaze törenlerine gitmeyi kendine göre sebeplerle alışkanlık haline getirmiş olan Enoch'un yolları bir cenaze töreninde kesişir. Enoch'un yolu Annabel'den önce II.Dünya Savaşı’nda Kamikaze pilotu olan Japon Hiroshi ile de kesişmiştir. Hiroshi'nin Annabel'den farkı ise ölmek üzere değil çoktan ölmüş olan bir hayalet olmasıdır.


Film çok durağan ilerlese de dingin bir havası olduğundan kopamıyorsunuz. Film boyunca en etkilendiğim sahne ise hayalet Hiroshi'nin şu mektubu okuduğu sahneydi;

"Bu mektubu yazarken, okyanustan esen serin rüzgâr tenime çarpıyor. Bu okyanus yakında mezarım olacak. Bir kahraman olarak öleceğimi söylüyorlar. Kendimi feda etmemin ülkemin onurunu ve güvenliğini sağlayacağını da. Umarım haklıdırlar.
.
Hayattaki tek pişmanlığım sana hislerimi söyleyememem. Keşke evimde olsaydım. Keşke elini tutsaydım. Keşke seni ne kadar çok sevdiğimi söyleseydim ve çocukluğumdan beri sadece seni sevdiğimi. Ama yapamam. Anladım ki; kolay olan ölmekmiş. Zor olansa sevmek. Uçağım düşerken, düşmanlarımın yüzlerini göremeyeceğim. Bense, yağmur suyundaki donmuş siyah kayalar gibi gözlerini görmeyi yeğlerim. Hedeflerimizin arasına dalarken, 'Banzai!' diye bağırmamızı söylüyorlar. Bense, adını fısıldamayı yeğleyeceğim. Hayatta ve ölümde daima senin olacağım."

"As I write this letter, the ocean breeze feels cool on my skin. That very ocean is soon to be my grave. They tell me I will die a hero. That the safety and honor of my country will be the reward for my sacrifice. I pray they are right.

My only regret in life is never telling you how I feel. I wish I were back home. I wish I were holding your hand. I wish I were telling you that I have loved you and only you, since I was a boy. But I'm not. I see now that death is easy. It is love that is hard. As my plane dives, I will not see the face of my enemies. I will instead see your eyes, like black rocks frozen in rainwater. They tell us that we must scream, "Banzai!" as we plunge into our target. I will instead whisper your name. And in death, as in life, I will remain forever yours."

Hiroshi Takahashi

4 Kasım 2012 Pazar

Film 28: Moonrise Kingdom


Çocuklukla gençlik arasındaki ince çizgide gidip gelen ve aşklarını da aynı şekilde gitgeller ile yaşayan iki gencin başından geçenleri izlerken, en az onlar kadar yetişkinleri de sorgulayacaksınız...

Görsellik açısından oldukça özenli ve sevimli olan bu yol hikayesi, boş bir zamanda izlenebilir.