16 Ekim 2012 Salı

Alice & Catshire


Alice: Lütfen söyler misin, buradan hangi yöne gitmem gerek?

Bu gerçekten de nereye varmak istediğine bağlı, dedi kedi.

Neresi olduğu çok da umurumda değil, dedi Alice.

O zaman hangi yöne gittiğin fark etmez, dedi kedi.

Bir yere varayım da, diye açıkladı Alice.

Tabii ki varırsın, dedi kedi. Eğer yeterince uzun yürürsen...

7 Ekim 2012 Pazar

Kitap 10: Kalemimin Sapını Gülle Donattım - Ferhan Şensoy

"bir ırmak kıyısında doğdum ben
bir ırmak romanıdır bu
hem el yazması
elle tutulan
elde var birinci cilt"

Ferhan Şensoy'un Galatasaray Lisesi'ndeki yılları ile anlatmaya başladığı, çocukluğundan söz etmek için sık sık Samsun Çarşamba'yı diline doladığı, gençlik yılları ile birlikte İstanbul ve çoğunlukla da yurtdışındaki anılarını yazdığı hayat hikayesi Kalemimin Sapını Gülle Donattım, gençliğin cilvelerinden biri olan askerlik sebebi ile yurda geri çağrılması ile son buluyor. 2001 yılında tamamladığı bu kitabın ardından devamı niteliğinde olan Başkaldıran Kurşunkalem ise tam 11 yıl sonra tamamlanmıştır. 

Film 27: Prensesin Uykusu


Prensesin Uykusuyum 

Ben kimin uydusuyum, uymadı mı sorgusuyum
Hala eski duygusuyum, prensesin uykusuyum

Bir avuntu dolgusuyum, terk eder beni korkusuyum
Hala eski duygusuyum, prensesin uykusuyum

Uyanmaz mı... bana gelince zaman durmaz mı
Uykusuz, rüyasız, bana gelince hayat neden masalsız... bilmem

Bir masalın yokmuşuyum, ben hiç ben olmuş muyum
Hala aynı duygusuyum, prensesin uykusuyum

Redd'in, Çağan Irmak'a ilham veren şarkısındaki "hayat neden masalsız, bilmem" kısmına cevap niteliğinde, hayatın gerçeklerini göğüslerken çocukluğumuzu yani saflığımızı ve naifliğimizi kaybetmezsek, masalsı da yaşanabileceğini anlatan, öğreten bir hikaye olmuş Prensesin Uykusu.

Aziz, kütüphanede çalışan ve yetimhaneden beri arkadaş olduğu Neşet ile aynı evi paylaşan, hayata hep gülümseyerek bakan biridir. Yeni komşuları Seçil ve kızı Gizem'in mahalleye taşınması ile birlikte kader, hepsini aynı masalın içine sürükler.

"Küçük canavarların, perilerin ve çoğu zaman da çıplak gerçeğin tam ortasındaydılar. Kaderi değiştirmek için bir kahramana ihtiyaçları vardı. Ama bu kahraman daha öncekilere benzemiyordu." 

Kahraman daha öncekilere hiç benzemediği için doğal olarak, masal da öncekilere hiç mi hiç benzemiyordu. Korku veren hayaletlere, canavarlara hatta ve hatta ölüme bile kafa tutar nitelikteydi.

"Uyandırmak için bir masal anlatıyorum sana. Dünyadaki bütün masalların aksine. Uyanınca okunacak bir masal, bizim masalımız. Dünyanın tüm masallarının tersine." 


Özellikle Aziz'in, çocukluğunda şahit olduğu kötü olay karşısında ağlamaması, metanetle karşılıyor olması bana Kuyucaklı Yusuf'un çocukluğunu anımsattı. Hatta çekilen sahne, kitabı okuduğumda gözümde canlandırmış olduğum sahneye de çok benziyordu. Sabahattin Ali, bahsettiğim sahnedeki duyguyu anlatmak için şu sözleri kullanmıştı;

"Çocuğun bu metaneti orada bulunanların kalbini parçalıyordu. Zaten, bir felakete sükûn ve itidalle tahammül edenlerin manzarası, o felaket için ağlayıp çırpınanların manzarasından çok daha korkunç ve ezicidir. Kuru ve sabit gözlerin arkasında, nasıl bir ateşin yandığı; yavaşça inip kalkan göğsün içinde nelerin kaynadığı bilinmediği için, insan mütemadi bir ürkeklik ve tereddüt içinde üzülür..."

Çağan Irmak ise bu sahneyi anlatmak için herkesi çizgilere bürümüştür, gerçek olamayacak kadar gerçek olduğundan olsa gerek...




"Kader değiştirilemez, değiştirilirse kader olmaz diyenler var. Olmasın varsın. Hiçbir şeyin değiştirilmeyeceği bir dünyada yaşamak ne umutsuzca olurdu, öyle değil mi? Başına gelmiş kötü bir olay, öyle bir gün gelir ki olması gerektiği için olmuş ve daha iyi bir şeye neden yaratmıştır. Bilemezsin."

Siz siz olun işaretleri takip edin...

Film 26: KaranlıktakileR


Nereden başlasam, nasıl anlatsam bilemediğim bir hikaye ile karşılaştım. Posteri ve fragmanını gördüğümde yeni dönem Türk korku filmlerine benzetmiş, film boyunca da esrarengiz ve olağandışı olaylarla boğuşulacağını düşünmüştüm. Yanılmışım. Aksine her şey fazlasıyla durağan, rutin, yalın ve gerçekti.


Psikolojik sorunları sebebi ile evden dışarı çıkmaya korkan bir anne ile bir ajansta getir götür işleri yapan oğlunun günlük yaşamına birebir tanık oluyoruz. Annesinin halet-i ruhiyesi sebebi ile artık kendi psikolojisi de bozulmuş olan adam, annesinden intikam almak istercesine onu ne kadar az tolere ediyorsa, evin dışındakileri yani aydınlıktakileri ise o kadar fazla tolere eder hale gelmiştir. Bu da anne - oğul arasındaki ilişkiyi ve dolayısıyla da iki kişilik hayatlarını daha çekilmez bir hale getirmekten başka bir işe yaramamaktadır. Bu çekilmez hayatın nedenlerini, nasıllarını ve en önemlisi nasıl sonuçlanacağını görmek için izlenmesi gereken bir hikaye olduğunu düşünüyorum.


Alıp başını gitmeyi, sorumluluk sahibi olmayı, yalnızlığı, çaresizliği, tükenmişliği, umutsuzlukla umut arasındaki ince çizgiyi ve daha bir çok şeyi ifade etmesi açısından filmde en sevdiğim bölüm, Egemen'in uçurumun başında düşünceli düşünceli durduğu sahnelerdir.

1 Ekim 2012 Pazartesi

Film 25: Hanyo - The Housemaid

Güney Kore sinemasının romantik, romantik-komedi ve dramlarını ne kadar beğeniyorsam gerilim, korku ve intikam hikayelerinden bir o kadar hoşlanmıyorum. Maalesef Hanyo da bu savımı güçlendirerek, bir gerilim filmi olarak hoşlanmadıklarım arasındaki yerini aldı.