23 Ağustos 2012 Perşembe

Film 22: The Fountainhead


Kitabı okuyup filmi izleyenler için kısa bir özet ancak kitabı okumamışlar için kesinlikle uzak durulması gereken bir film. Çünkü ne Howard Roark'u tam olarak anlatabiliyor (ki bu zamana kadar yaratılmış en iyi karakter olduğunu düşünüyorum) ne de vermek istediği mesajları tam olarak verebiliyor...

Kitap hakkındaki yorumum için;

The Fountainhead'den sonra okunması gereken Atlas Shrugged hakkındaki yorumum için;

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Film 21: Tangled



Rapunzel'in hikayesi
Tangled (Karmakarışık)
 filmi ile 
tekrar hayat buldu...




Filmdeki diyaloglar, şarkılar, karakterler, çizimler inanılmaz derecede güzeldi. İzlerken yer yer  maceraya sürükleniyor, yer yer duygusal anlar yaşıyor ve sıkça da gülüyorsunuz. Siz de masalları seviyorsanız bu dört dörtlük müzikal animasyonu sakın kaçırmayın.

Kitap 8: Die Tarnowska - Kontes - Hans Habe


Hans Habe'nin Ağdakiler kitabını çok beğendiğim için daha sonrasında Binlerce Şehit, İlona son olarak da Kontes kitabını okudum. Kontes kitabının içeriğinden çok yazılma hikayesi bana daha ilginç geldi. Yazarın kendi kaleminden önsözde bu süreç şöyle anlatılmış;

"Anılarım 1930 yılına geri gidiyor. Viyana'dayım. Baykuşa benzeyen bir dostum vardı. Baoul Korty'di adı. Adına bazen tarih kitaplarının resim altlarında rastlanır. Korty resimler biriktiriyordu. Renoir, Degas ya da Picasso resimleri değil, fotoğraflardı bunlar. Bir milyon fotoğraf biriktirmişti. Onları Picasso'nun dünyayı saran resimlerinden çok severdi. O kadar ki, fotoğrafları hep yanında, kendisi için bulundurmak istiyordu. Onların neyin nesi kimin fesi olduğunu sadece o bilirdi. Ölünce bir milyon fotoğraf yakılabilirdi.

Günün birinde, onun koleksiyonunun içine daldım. Elime bir fotoğraf geçti. Bir türlü etkisinden kurtulamadım. Yüzyılımızın başlarında giyilene özgü bir dul giysisi içinde bir kadın. Büyüleyici bir yaratıktı. Venedik Adliye Sarayı'nın merdivenlerinden yukarı çıkarken, yanındaki Napolyon tipi üniformalı karabinalılar ona eşlik ediyorlar. Arkada Mosta Sarayı. Bir cinayetin sanığı mı, tanığı mıydı; öldürülen bir erkeğin dul karısı mı yoksa? Hayır, Korty'nin dediğine göre bir katil kadındı o. Öldürtmüş olduğu adamın yasını tutuyordu. İlk olarak işte o zaman Kontes Tarnovska'nın adını duymuştum.

O vakitler yirmisinde bile değildim. Aradan otuz yılı aşkın bir zaman geçti. Tarnovska'nın yazgısını incelemek istedim. Belgeler topladım ve yitirdim. Yazgım geçmişin dostu değilmiş. Derken Venedik'e yeniden yolum düşünce, o yitik fotoğrafın anısı sardı beni. Yüzyılımızın başları , zamanımızın bu çocukluk yılları, kendi çocukluğumuz gibi bilmece dolu bu zamanlar hep ilgimi çekmiştir. Bir antikacıda "Tarnovska'nın Anıları" yazılı rengi uçuk bir kitap elime geçti. Carducci'nin kadın dostu Vivanti Chartres yayınlamıştı. Zor bulunur, solgun yaprakları gibi derme çatma bir belge. İki yüz altmış dokuzuncu sayfada Korty'de görmüş olduğum fotoğraf. Artık gerçeği öğrenmem gerekiyordu. 

...

Her romancı kendine: Neden kitap yazıyorum, diye sorar. Daha doğrusu onu neden yazmış bulunduğunu. 

Bir akıntının yanında duran, bilir ki, şu soruyla karşı karşıyadır; Nereden çıkmakta akıntı, nereye akmaktadır? Akıntı boyunca yürümek, kentleri ve köprüleri, ormanları geçerek ülkeyi bir uçtan öte uca kesmek özlemi sarar kişiyi. Doğanın onu  nerede dar boğazlara sıkıştırdığını, nerede alabildiğine özgür kıldığını, nerede sindirdiğini, nerede durdurduğunu görmek duygusudur bu. Herkesi kimi zaman akıntı olabilmek özlemi sarar, tutuşturur. Ama kaynakların çok azına yol açılmaktadır. Kaynağa giden yol, romancı için zorlama ve acıma doludur. 

...

Otuz yıl önce gördüğüm fotoğraf, akıntının uçucu bir görünümüydü. Kaynağına dönük özlem, oradan fışkırıp yayılıverdi."

Ascona, Ticino
1962 yazı
Hans Habe

Film 20: Ameros Peros


Paramparça Aşklar ve Köpekler olarak bizde gösterime girmiş olan bu filmi gecikmeli de olsa izlemiş oldum. 

Hızlı hızlı değişen kareler, renklerin kırmızı-turuncu ağırlıklı çarpıcılığı, hikaye ile örtüşerek bütünde etkileyici bir sonuç ortaya çıkarıyor. 

Hikaye ise üç ana bölümden oluşuyor ama verilen detayları takip etmek bölümler arası kopukluğu engelliyor. Bana göre ilk bölüm mücadele, ikinci bölüm sinir bozukluğu ve üçüncü bölüm ise dingin bir intikam ateşini temsil ediyor...

Film 19: The Man from Earth (2.kez)


Filmi ilk izlememin üzerinden 4 yıl geçmesine karşın pek çok diyaloğu ve detayı anımsıyordum. Bunun sebebi hafızamın güçlü olmasından çok filmin vermek istediği mesajı çok yalın ve net bir şekilde verebiliyor olmasıdır.


Tüm film bir evde geçiyor ve 14.000 yıldır yaşadığını iddia eden bir tarih profesörüne  karşı diğer akademisyen arkadaşlarının (antropolog, din bilimci, arkeolog, psikolog, biyolog, dil bilimci ve bir öğrenci) bu tezi çürütmeye çalışmasını konu alıyor. Bu karşılıklı ispat sürecinde de biz izleyenlere görev olarak varoluş ve inanç kavramlarını tekrar sorgulamak kalıyor...

Film 18: Mirror Mirror


2012 yılını kendimce Pamuk Prenses Yılı  ilan etmiş ve detaylarını şu yazımda anlatmıştım;

Mirror Mirror'u izledim ancak yazımdaki beklentilerimi maalesef sadece kostüm yönünden karşılayabildi. Hikaye anlatımı oldukça zayıftı. Kötü kraliçe rolündeki Julia Roberts ve Pamuk Prenses rolündeki Lily Collins çok yerinde seçimlerdi ama yine de filmi kurtaramamışlardı. 


Filmin sonundaki Hint dansı ise her ne kadar yönetmenin kendi ülkesine bir selamı olsa da  masalın doğasına aykırı olduğu için çok anlamsızdı.


Bugün Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler filmini kim çeksin diye sorsalar, aklıma ilk gelen yönetmen yine Tarsem Singh olur ama bu sefer olmamış işte...



Kitap 7: Mezarlık Gülleri / Bir Dokümanterle Karışık Hikaye Kitabı


"Eğer anlatacak bir şeyin yoksa, hayatın anlamı da yoktur." 
Erkin Koray 

Bu söz, benzer şekilde Metin Münir'in söylediği "Sadece hatırladığınız günler, yaşadığınız günlerdir." sözünü anımsattı bana. Gerçekten de geçmişe dönüp baktığımızda birbirinin aynı olan, rutin ve bir kısır döngü şeklinde takip eden günlerimiz yerine mutlu olduğumuz, etkilendiğimiz, eğlendiğimiz, üzüldüğümüz, anılarımıza anı kattığımız kısacası gerçekten yaşadığımızı hissettiğimiz günleri anımsarız. Konuşmalarda bile hep o günlere gider, o günleri tekrar tekrar anlatır, yaşarız. 

Erkin Koray da hayatında unutamadığı anlarını sohbet ediyormuşçasına rahat bir üslup ile anlatmıştır. "Özel hayatımı yarın ölecekmiş gibi ama iş hayatımı da yarın ölmeyecekmiş gibi düşündüm." derken hayatı kaçırmak ile kendini kaybetmemek arasındaki dengenin önemini de vurgulamaya çalışmıştır.

Kitabın sayfalarını nasıl çevirdiğimi bilmeden kitabı bitirdiğimde ise, tek başına bir kız çocuğunu yetiştiren vefakar bir baba, yapılan haksızlıklara karşı isyan eden bir adam, siyasete karşı öfke dolmuş ve halen öfkesi geçmemiş bir muhalif ve en önemlisi Türk müziğine pek çok yenilik ve şarkı kazandırmış olan bir rockçı ile seneler sonra gerçekten tanışmış olduğumu farkettim. 

Umarım bu kitabın devamı da gelir... 

21 Ağustos 2012 Salı

Kitap 6: Boxer Beetle - Ned Beauman


Boksör Böcek kitabını etiketlemek gerekirse seçeceğim kelimeler şunlar olurdu; Hitler, svastika, koleksiyon, anatomi, üstün ırk, tarih, boks, İngiltere, böcek, cinayet, bilim, araştırma... Tüm bu farklı içeriğin tek potada birleştirilip, bir hikayeye konu olması romanı zenginleştiren ve başarılı kılan başlıca formül bana göre. 

Kitabın kapak tasarımı, 2011 V&A En İyi Kapak Tasarımı ödülünü almıştır. 1985 doğumlu olan genç yazar Ned Beauman'ın yeni kitabı olan The Teleportation Accident kitabı da yeni çıktı. Bu yeni kitabın kapak tasarımı ise  ödüllü olan ilkini bile gölgede bırakacağa benziyor.