22 Nisan 2012 Pazar

Film 15: Shutter (2.kez)

Hemen hemen her sahnesini anımsadığım bu korku filmini tekrar izledim. Ama bu izleyişimde de en az ilk sefer kadar gerildim. 
.
Finalde tüm kurgunun nasıl sonuçlandığını görüp, oldukça şaşırmıştım. Şimdi izlediğimde ise sonunda ne olacağını biliyordum ama bu sonuca varmak için film boyunca nasıl ipuçları verilmiş olduğunu takip etmek oldukça keyifliydi. 
.
Bu sebeple izlememiş olanlara izlemelerini benim gibi daha önce izlemiş olanlara da tekrar izlemelerini tavsiye ediyorum.

Belgesel 14: Extraordinary Women - Dr. Ruth Westheimer - 12/13


Dr. Ruth Westheimer (1928) Soykırımdan kurtulan Siyonist nişancı
“Bizim yolumuz yumuşak çimenlerden değil, kayalarla dolu bir dağ yolu. Ama yukarı, ileri ve güneşe doğru…”

2. Dünya Savaşı'nda Yahudi bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmenin zorluklarını yaşamış olsa da diğer yaşıtlarına göre yine de şanslı olduğunu düşünüyorum. Ailesi o dönemin şartlarını göz önünde bulundurarak onu İsviçre'ye göndermiştir. Burada yatılı okulda okurken, anne ve babası ile mektuplaşarak birbirlerinden haber alırlar. Okulda ise örnek bir öğrenci olmak ve diğer çocuklara yardımcı olabilmek için elinden geleni yapar. Anne ve babasından gelen mektuplar kesilince, umutsuzca tekrar mektupların geleceği günü beklemiştir ancak beklediği o gün maalesef hiçbir zaman gelmemiştir.


Okuldan mezun olduktan sonra üniversiteye devam etme imkanı varken Yahudilerin kendilerine ait bir ülkeye sahip olmaları gerektiği inancı ile Filistin'e gitmiştir. İsrail Bağımsızlık mücadelesinde keskin nişancı olarak eğitilmiştir. Savaş sırasında alarm verildiğinde sığınaklara gitmeden önce yanına kitap almak istemesi üzerine kaldıkları binaya girmiş ve bu sırada da bir bomba patlamıştır. İki bacağından ciddi şekilde yaralanmış ve iyileşmesi çok uzun zaman almıştır. Bu olaydan sonra kollektif hareketten ziyade bireysel hareket etmenin önemini anladığını dile getirerek başladığı noktaya geri dönmüş ve üniversiteye devam etme kararı almıştır. Paris Üniversitesi'nde Psikoloji okumuş ve daha sonra da üniversitede kalarak aynı alanda eğitim vermeye başlamıştır.
Daha sonra Amerika'ya göç ederek master ve doktorasını burada tamamlamıştır. Bir radyo programında cinsellik üzerine konuşulacağı ile ilgili bir davetiye geldiğinde meslektaşları arasında sadece Ruth gitmeye gönüllü olmuştur. Bu onun dünyaca ünlü bir medya yıldızı haline gelmesinin ilk adımı olmuştur. Dr. Ruth isimli, senelerce devam edecek ve cinselliğin konuşulduğu bir radyo programına imza atar. 

Belgesel 13: Extraordinary Women - Agatha Christie - 11/13

Agatha Christie (1890-1976) İngiliz polisye yazarı
“Her kadın eğer isterse ona aşık olan bir adama istediğini yaptırabilir.”
.
İngiltere'de doğan Agatha Mary Clarissa Miller okul eğitimini aile içinde alır ve oldukça mutlu bir çocukluk geçirir. Büyüdükçe  çeşitli hikayeler ve hayali kişiler yaratmaya başlar.
.
1. Dünya Savaşı'nda ise gönüllü olarak hemşirelik yapmaya başlar. Hastanenin eczanesinde görev alması, onun ilaçlar ve özellikle daha sonra romanlarında pek çok cinayetin gerçekleşmesini sağlayacak olan zehirler hakkında detaylı bilgi sahibi olur.
.
Bir savaş pilotu olan Archibald Christie ile evlenir ve evliliğinin ardından Christie soyadını alır. Agatha ve Archibald'in bir de kızları dünyaya gelir.
.
Evlenmeden önce yazıp, yayınevlerine göndermiş olduğu romanına olumlu yanıt ancak evlendikten sonra gelir. Bu beklenmedik daha doğrusu unutulmuş tutkusu böylelikle tekrar gündeme gelir. Eşini ve kızını ihmal etmemesini söyleyen annesine rağmen yazmaya devam eder.

Herşeyin yolunda olduğunu düşündüğü bir sırada da eşinin kendisini  Nancy Neele  isimli bir kadın ile aldatmış olduğunu öğrenir. Evliliğini kurtarmaya kararlı olduğu için kendince bazı tedbirler almaya karar verir. Archibald ile konuşmayı planladığı bir akşamda, Archibald eve gelmeyince otomobile atlayıp, yola çıkar. Bu sırada aklından nelerin geçtiği bilinmezken otomobili bir gölün kıyısında ağaçlara çarpmış şekilde bulunur. Agatha'dan ise hiçbir iz yoktur. 11 gün boyunca kendisinden haber alınamaz. Gerçek ise onun romanlarındaki gibi bir kurguya sahiptir. Agatha 11 gün boyunca bir otelde kalmıştır. Bulunamamasının sebebi ise otele kendi ismi ile değil Neele ismi ile kayıt yaptırmasıdır. Otomobili ise o şekilde bırakmasının nedeni o zamanki teorilere göre ya Archibald'e acı çektirmek ya da kendi ölümünden onun sorumlu tutulmasını istemesinden dolayıdır. 
.
Agatha'nın ortaya çıkmasından sonra Archibal ile boşanırlar. Agatha bu evlilik dönemi içerisinde 6 kitap ve pek çok hikaye yazmıştır. Boşanmasının ardından Doğu Ekspresi ile yapmış olduğu yolculuklarda arkeolog Max Mallowan ile tanışır ve evlenirler. Ömürlerinin sonuna kadar da mutlu bir şekilde yaşarlar.


Agatha Christie'nin ömrü boyunca mutlu bir şekilde yaşadığı bir başka kişi ise romanlarının başkahramanı Hercule Poirot'tur. Onun titizlik, dürüstlük gibi kişisel özellikleri ve görüşleri aslında Agatha'yı temsil etmektedir. 66 tane romanının 33 tanesinde ve 54 tane kısa hikayesinde yeralan Hercule Poirot'tan sonra en fazla ses getiren diğer bir karakteri ise Bayan Marple'dır. 
.
Agatha romanlarının yanı sıra pekçok kısa hikaye, tiyaro oyunu yazmıştır. Romanları hem tiyatro oyunlarına hem de sinemaya uyarlanmıştır. Bu kadar üretken bir yazarken Agatha Christie ismine de sığamayarak Mary Westmacott takma ismi ile de kitaplar yazmıştır. 85 yaşındayken hayata veda etmiştir.

Belgesel 12: Extraordinary Women - Amelia Earhart - 10/13


Amelia Earhart (1897-1937) Amerika’nın en önemli kadın pilotu
“Cesaret, hayatın huzur bağışlamak icin talep ettiği fiyattır.”

Maalesef belgeselin tamamını izleyemesem de yakaladığım noktandan itibaren, uçmayı çok seven bir bayan ve onun bu başarısını nasıl paraya dönüştürebilirim şeklinde bir bakışa sahip olan bir adam ile karşılaştım.

Amerika'da pek çok kadın pilot ard arda başarılar elde etmekte ancak hiçbiri Amelie Earhart kadar ön plana çıkamamaktadır. Çoğu zaman aldığı başarıların doğru olup olmadığı bile sorgulanmaya başlamış olsa bile. O ise her defasında kendisini ispat edebilmek için daha güç ve riskli uçuşlar planlamaya ve akabinde de bu planlar dahilinde uçmaya başlamıştır. Eşi ise bir yandan onun kıyafetlerinden esinlenilmiş moda başlatılması gibi aktivitelere devam etmiştir.

Atlas Okyanusu'nu hem yolcu olarak hem de daha sonra ilk kadın pilot olarak geçmeyi başarmıştır. Bunun yanı sıra Amerika'yı da uçtan uca geçmeyi başarmıştır. Başarısını perçinlemek ve kendisini ispat edebilmek adına Atlas Okyanusu'nu ilk geçtiği rotadan daha uzun bir rota seçerek tekrar geçmeyi başarmıştır.


Amelia'nın yeni hedefi, bir Dünya turu yapmaktı. Bu Dünya turunu ise o zamana kadar yapılmış olan mesafaden daha uzun şekilde yapmayı hedefliyordu. Bu amaçla Lockheed Electra 10E isimli, çift motorlu bir uçak tasarlanmıştı. Bu uçağın diğer uçaklardan farkı, daha büyük bir yakıt tankına sahip olmasıydı. 

Dünya turunda ona eşlik etmesi için Fred Noonan'a teklifte bulunmuştu. Fred Noonan'ın harita ve seyir deneyiminin ona olumlu katkısı olacağı şüphesizdir. 1937 yılında başladıkları dünya turunun büyük bir bölümünü tamamlamış olmalarına karşın yolculuğun son bölümünde Pasifik Okyanusu'nu geçerken ana merkez ile bağlantılarını kaybetmişlerdir. İniş yapmaları gereken adacık ise hesaplamalarına göre olması gereken noktada çıkmamıştır. Pasifik Okyanusu'nun ortasında kaybolmuşlardır. Tüm arama çalışmalarına rağmen ne onlara ne de uçağın izine rastlanamamıştır. 


Haklarında yaşadıklarına dair pek çok teoriler üretilmiş olsa da 1938 yılında ölmüş oldukları ilan edilmiştir. Halen günümüzde bile bu konudaki araştırmalar tüm hızı ile devam etmekte ve enkaza ulaşılması ile birlikte gerçekte ne olduğunun ortaya çıkması hedeflenmektedir.

Amelia Earhart, uçuş deneyimlerini anlattığı romanları ile aynı zamanda iyi bir yazardı. 

Belgesel 11: Extraordinary Women - Indira Gandhi - 9/13


Indira Gandhi (1917-1984) Hindistan Başbakanı
Yumruğunuzu sıktığınız elinizle tokalaşamazsınız

Indira Gandhi'nin, Mahatma Gandhi ile herhangi bir bağlantısı yoktur. Hatta Gandhi soyadını İngiltere'de üniversite eğitiminde olduğu sırada evlenmeye karar verdiği Feroze Gandhi ile Hindistan'da evlenmesinin ardından almıştır. Indira Gandhi'nin evlenmeden önceki soyadı ise Nehru'dur. Nehru soyadı ise Hindistan'da Indra Gandhi'nin babası Jawaharlal Nehru'nun öncülük ettiği bağımsızlık hareketinin unutulmaz bir parçasıdır. 

Üniversite eğitiminden sonra Hindistan'a döndüğünde babasının aktif siyaset içerisindeki rolüne destek olmak amacıyla ona danışmanlık yapmaya başlamıştır. Babasının Hindistan'ın ilk başbakanı olması onun bu konudaki dikkat ve ilgisini daha da kamçılamıştır. Babasının ölümünün ardından yerine onun geçmesi gündeme gelmiştir. Ancak bu sorumluluğu kabul etmemiştir. Yeni seçilen başbakanın da kısa bir süre sonra vefatının ardından gözler yine kendisine çevrilmiştir. Hindistan'ın geleceğinde rol oymanın kendi kaderi olduğuna inanmasına yol açan bu son olaydan sonra parlamentonun kararı ile başbakan seçilmiştir.


Devletin başına geçmesinin ardından siyasi rakipleri ile arasında amansız bir mücadele başlamıştır. Bu mücadelede yoksul halk ona "Hindistan'ın anası" diyerek geniş kitleler halinde destek vermiştir. Ona olan bu desteklerinin kaynağı ise başa geçer geçmez, yoksul halkın sorunlarına eğilmesidir. Ancak çok kısa bir süre sonra İngiltere'nin Hindistan'ın doğusunda ve batısında bulunan iki bölgeyi Pakistan toprağı olarak ilan etmesiyle birlikte günümüze kadar da devam eden Hindistan - Pakistan mücadelesini başlatmıştır. Pakistan ülkesi başka bir ülkenin yani Hindistan'ın sağında ve solunda konuşlanmış konumda kalmıştır. Ne Pakistan ne de Hindistan bu kadar saçma bir şekilde ortaya konmuş olan bu senaryodaki çirkinliği farkedemeden bir kör döğüşüne başlamışlardır. 


Indira Gandhi bu savaşı idare edebilmek adına bana göre kolay yolu seçerek sonuca direkt ulaşmaya çalışmıştır. Bu da çok fazla sayıda kişinin ölmesine yol açmıştır. Genel politika hayatı boyunca da hep bu şekilde davranmıştır. Eğer savaşların ve baskıların olmadığı bir Hindistan'da başbakanlık yapabilseydi, Hindistan'ın yoksulluk sorununa çözüm bulabileceğine ve ülkeyi kalkındırabilecek bir kişiliğe sahip olduğunu düşünüyorum. Belki de en başında perde arkasında kalmak istemesinin asıl nedeni bunu kendisinin de farkında olmasıydı.


1984 yılında evinin bahçesinde korumaları tarafından vurulmadan bir gün önce Hindistan halkına yaptığı son konuşması ise şöyledir;

"Bugün yaşıyorum ama yarın burada olmayabilirim. Son nefesime kadar hizmet vermeye devam edeceğim ve öldüğümde kanımın her bir damlası Hindistan'ı güçlendirecek ve Birleşik Hindistan'ı yaşatmaya devam edecektir. "

"I am alive today I may not be there tomorrow I shall continue to serve till my last breath and when I die every drop of my blood will strengthen India and keep a united India alive."

Film 14: Amelie (2.kez)

.
.
Sinema dünyasında pek çok süper kahraman vardır. Bu kahramanların süperlikleri doğaüstü güçlerinden gelir. Durum böyle olunca, "doğaüstü gücü olmayanların kahraman olma olasılıkları yoktur" şeklinde düz bir Aristo mantığı güdebiliriz ama gütmeyeceğiz. Çünkü aksinin olabileceğine ben tam iki kez şahit oldum. Erkek egemen süper kahraman ambargosuna karşılık, benim doğaüstü gücü olmayan süper kahramanlarımdan ilki ufak bir çocuk olan Simon Birch ve ikincisi ise zarif bir genç kız olan Amelie'dir.
.
Simon Birch filmini şu ana kadar üç kez izlemekle birlikte ilk izlediğimde; inanç, dostluk, dürüstlük gibi pek çok konuda küçük Simon Birch'ten büyük dersler aldığımı söyleyebilirim.
.
Filmi ilk izlediğim yıl olan 2008'de yazmış olduğum yorumum şöyle;
(yorumun son cümlesine daha doğrusu dipnotuna dikkat!)
.
"Film, 12 yaşında olan ancak 5-6 yaşında gibi görünen "Simon Birch" ve yine 12 yaşında olan en iyi arkadaşı Joe'nun dostluk, inanç, güven üzerine kurulu hikayesini anlatıyor. Ve her ikisi de öyle iyi bir performans sergilemiş ki adeta izlerken rol yaptıklarını unutuverdim.

Film boyunca minik Simon Birch'un (Gerçi minik demek ne kadar doğru bilmiyorum. Onca yetişkinden daha büyüktü bence...) tüm olumsuzluklara rağmen hayata bakışını, azmini, kararlılığını, inancini hem gülümseyerek hemde ağlayarak karışık duygularla izledim...

Filmin müzikleri de oldukça güzeldi. Özellikle Simon'in çapkınlık! hallerinde calan "Fever" mükemmel bir seçim olmuş.

İzlememiş olanlara şiddetle tavsiye eder ve simdilik 2008 yılında izlemiş olduğum en iyi film ilan ederim Simon Birch'ü. 

Not: Bundan böyle "En sevdiğiniz kahraman kim?" sorusuna vereceğim yanıttır."

Nitekim halen de Simon Birch benim yegane süper kahramanımdır...

Amelie ile ilk tanışmam ise 2007 yılında olmuştu. Çok hoşuma gitmişti ancak bir süper kahramandan çok aşkı için mücadele eden bir genç kız gibi görmüştüm. Oysa tekrar izlediğimde onun da en az Simon kadar doğal güçlere sahip bir süper kahraman olduğunun ayırdına varmış oldum. 
.
.
Amelie'nin sırrı; sıradan bir şekilde giden hayatınızda, gözlemlerinizin sadece gözlem olarak kalmalarına izin vermezseniz, hem kendi hayatınızda hem de başkalarının hayatında farklılıklar yaratabileceğinizi ispatlayan ve aynı zamanda bakmak ile görmek kavramlarını sorgulatan bir hayat felsefesidir. Böyle bir felsefe ile hareket ettiğinde, hem kendisinin hem de çevresindekilerin hep arzu ettikleri ama kilidini bir türlü bulamadıkları ya da bulup açmaya cesaret edemedikleri dünyalara adım atmalarını sağlamıştır. Gökyüzünde uçmak ya da binalardan binalara atlamak gibi imkansız olsalar dahi...

21 Nisan 2012 Cumartesi

Belgesel 10: Extraordinary Women - Josephine Baker 8/13


Josephine Baker (1906-1975) Amerikalı dansçı ve aktris
Gerçekten çıplak değildim. Sadece üzerimde kıyafetlerim yoktu

Jospephine Baker, 1920'lerde Amerika'da zencilere karşı yapılan kötü muameleler ve haksızlıklardan nasibini alarak büyümüştür. Her ne kadar Amerika'da dans etmeye başlamış olsa da tam anlamıyla bir dansçı olarak kabul gördüğü asıl yer Paris olmuştur.

Dansları sırasında yapmış olduğu muzip ve eğlendirici yüz mimikleri onu diğer dansçılardan farklı kılmış ve ön plana çıkarmıştır. Ününü perçinlemek için çıktığı Avrupa turnesinin dönüşünde, Afrika ile ilgili en ufak bir fikri olmamasına rağmen muzlardan oluşan eteği ile yapmış olduğu egzotik muz dansı onu zirveye taşımıştır. Muz dansından sonra ise en çok bir çita ile yapmış olduğu dans, o dönemin bohem Paris'ine istediğini fazlasıyla vermiştir. Paris ise Jospehine'e dünyanın en zengin kadınlarından biri olma yolunu böylelikle açmıştır...


Josephine bu şöhretini ülkesi Amerika'da da perçinlemek adına oraya geri döner. Ancak ne şovu beklediği ilgiyi görür ne de kendisi beklediği saygıyı. Bunun üzerine Paris'e geri dönme kararı alır ve hayran olduğu Jean Lion ile evlenerek Fransız vatandaşı olur. Bu Josephine'in Amerika'da boşanma ile sonuçlanan iki evliliğinden sonra üçüncü evliliğidir.


2. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla casusluk yaparak yeni ülkesine hizmet etme şansı yakalar. Almanların Paris'i ele geçirmesiyle birlikte de Fransa'nın güneyindeki Milandes Şatosu'na yerleşir. Savaş sonunda ise Fransa tarafından birçok onur madalyası ile ödüllendirilir. 

Eski ülkesini de unutamayan Josephine 1950'li yıllarda Martin Luther King'in başlatmış olduğu insan hakları ve özgürlük hareketine de destek verir. 


Manhattan'daki ünlü restaurant Stork'a gittiği sırada ise ırkçılık sebebi ile istediği hizmeti alamaz. Bu sırada Stork'ta bulunan Grace Kelly ona destek olarak iyi bir dostluğun başlamasına vesile olur. Bu olaydan sonra Jospehine ırkçılağa karşı kendi savaşını vermeye karar verir. Birçok düşük yapan Jospehine farklı milletlerden 12 çocuk evlat edinerek Gökkuşağı Ailesi adını verdiği büyük bir aile kurar. Savaş sırasında sığınmış olduğu Milandes Şatosu'nun tamirat ve bakımını besteci olan dördüncü eşi Jo Boullion ile tamamlayarak ailesi ile birlikte bu şatoda yaşamaya başlar. Amacı tüm dünyanın dikkatini ırkçılığa karşı vermiş olduğu mücadeleye çekmektir. Farklı ülke ve milliyetlere sahip olan çocuklarının birarada nasıl mutlu yaşabildiğini gözler önüne serer. 


Maalesef ilerleyen zamanlarda hem geçim sıkıntısına düşer hem de eşi ile boşanır. Tek başına hem çocuklarla ilgilenmek hem de şatoyu ayakta tutabilmek daha da güçleşir. Borçlarından dolayı şatoya el konulmak istediğinde saatlerce yağmurun altında kalarak, şato kapısından geçit vermemesi ise tüm dünya tarafından izlenir. Gönlü bu duruma razı olmayan Grace Kelly, ona birkez daha yardım elini uzatır.


Bu olaylar sonrasında Josephine oldukça yaşlı olmasına karşın sahnelere geri dönmek zorunda kalır. Gençliğinde olduğu gibi Paris'te yine başarılı olur ve Paris revüsünün başoyunculuğuna kadar yükselir. Tekrar zirvedeyken kendisi hakkında yazılmış olan başarı makalelerinin bulunduğu gazetelerin arasında yatağında hayata veda eder. Fransa tarafından yapılan devlet töreni ile cenazesi en yakın dostu Grace Kelly'nin yaşadığı şehir olan Monte Carlo'ya defnedilir. 

Dünyanın en zengin kadınlarından biri haline geldikten sonra bu gücünü, farklı renk ve kültürlerden 12 çocuk evlat edinerek oluşturduğu Gökkuşağı Ailesi ile tüm dünyaya barış ve ırkçılık dersi vermeye çalışmasını dahiyane bir fikir olarak görüyorum ve Josephine Baker'ı takdir ediyorum.