11 Mart 2012 Pazar

Belgesel 9: Extraordinary Women - Martha Gellhorn - 7/13

Martha Gellhorn (1908-1998) Amerikalı romancı, savaş muhabiri ve gazeteci
“Giderek insanların gerçekten çok, yalanları kabullenmeye hazır olduğunu farketmeye başladım”

Mezun olur olmaz gazeteci olarak meslek yaşamına başlayan Martha'nın en büyük hayali iyi bir roman yazarı olmaktı. Yabancı muhabir sıfatı ile gittiği Fransa'da United Press'te ilk işini almış ve oradaki gözlemlerini "What Mad Pursuit" kitabında anlatmıştır. Böylelikle mesleği olan gazetecilik ile hayali olan yazarlığı bir araya getirme şansını elde etmiştir.

Amerika'ya dönüşünün ardından Büyük Buhran ile ilgili yazmış olduğu rapor, o dönemin Amerika Başkanı'nın eşi olan Eleanor Roosevelt'in dikkatini çeker. Martha'yı Beyaz Saray'a davet ederek, çalışmalarına destek olmaya çalışır. Eleanor Roosevelt'in Martha'ya kol kanat germesinin ve ömür boyu onun yanında olmasının bir başka nedeni ise, Martha'nın annesi Edna ile de arkadaş olmasıdır.

Martha Gellhorn ailesi ile birlikte Noel için gittiği Key West'te, yazar Ernest Hemingway ile tanışır ve birbirlerine aşık olurlar. Hemingway'in o sıralar evli olması ise ilişkilerine engel teşkil etmez. Hatta İspanya Sivil Savaşı'nı takip etmeye giden Hemingway'in peşinden giden Martha'ya savaş dahi engel olmaz. Aşk için atılmış olan bu adım, aynı zamanda onun ilk kadın savaş muhabiri olmasına da vesile olacak bir adım olur.

Adım atma sırası Hemingway'e geçtiğinde ise eşinden ayrılıp, Martha ile evlenir. Hatta dünyaca ünlü "Çanlar Kimin İçin Çalıyor?" romanını da Martha'ya ithaf eder. Her şey başlarda yolunda gibi görünse de evlilikleri 5 yıl içerisinde son bulur.

Martha Gellhorn savaş muhabiri olarak birçok savaşa şahit olur. Bu savaşları dünyaya duyurmada oldukça başarılı olur ama gördükleri, ruhsal olarak onu derinden etkiler. Savaşlarla dolu olan hayatına anlam katmak için Sandy adında bir çocuğu evlatlık alır. Ancak Sandy ile ilişkileri yıllar içinde bozulur ve bir türlü rayına oturmaz.

Hemingway'den sonra birlikte olduğu diğer kişilerle de aradığı mutluluğu bulamaz. Son evliliğini yaptığı The Times'ın editörü Tom Matthews ile de boşanırlar. Hayatta istediği mutluluğu elde edemeyen Martha, yeryüzünde en çok önem verdiği annesinin ölümü ile daha da bunalıma girer. 89 yaşında Londra'da aşırı dozda ilaç alarak maalesef yaşamını sonlandırır.

Nicole Kidman'ın Martha Gellhorn'u ve Clive Owen'ın da Ernest Hemingway'i canladıracağı "Hemingway and Gellhorn" filmi bu sene içerisinde gösterime girecek.

Tiyatro 1: Buluşma Yeri / Duşan Kovaçeviç

Buluşma Yeri, iki saatlik süresi ve ölüm odaklı konusuna karşın başta güzel Balkan müzikleri, başarılı oyunculukları ve yaşam - ölüm arasındaki ince çizgiyi sorgulatan replikleri ile dikkati bir an olsun üzerinden düşürmeyen başarılı bir oyundur.

5 Mart 2012 Pazartesi

Belgesel 8: Extraordinary Women - Grace Kelly - 6/13

Grace Kelly (1929-1982) Amerikalı aktrist ve Monako Prensesi
“Eğer biri beni dekor olarak kullanmaya başlarsa New York’a geri döneceğim”

İlk olarak modellikle başladığı kariyerine oyuncu olarak devam etmiştir. Sürekli yükselen bir grafik çizdiği oyunculuğu ile En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ını alma başarısını da göstermiştir. Alfred Hitchcock'un pek çok filminde rol alarak, birlikte anılan yönetmen - oyuncu ikililerinden olmuşlardır.

1950'lerden başlayarak rol aldığı hemen hemen her filmde başrol oyuncuları (ki çoğu yaşça Grace Kelly'den oldukça büyüktür) ile ilişkisi olmuştur. Bu ilişkilerini hiçbir zaman gizleme gereği duymamış ve ne hissediyorsa özgürce yaşamayı tercih etmiştir.


Grace Kelly'nin özgürce yaşadığı bu dönemlerde, Monaco Prensliği ise özgürlüğünü kaybetmeme adına mücadele vermekteydi. Borçlarını karşılayamaması durumunda Fransa'ya bağlanmak zorunda kalacak olan prenslik çıkış yolları aramaktaydı.

Grace Kelly'nin Monaco'da bir çekimde olduğu sırada Prens Rainier ile tanışması, yaşamını geri döndürülemeyecek şekilde değiştirmiştir.

Amerikalı başarılı bir aktrist ile Monaco Prensi arasında başlayan aşk dünya basınının dikkatini çekmiştir. Bu da Monaco'nun tam aradığı fırsat olmuştur. Grace Kelly'nin evlenme kararı sonrasında Amerika'daki film şirketi MGM ile yapmış olduğu sözleşme, Monaco'daki evlilik töreninin MGM tarafından film olarak çekilmesine izin verilmesi karşılığında iptal edilmiştir. Bu hem MGM'in hem de tanıtıma ihtiyacı olan Monaco Prensliği için kârlı bir çözüm olmuştur. Tarihteki en güzel düğünlerden biri olarak bilinen bu evlilik töreni, başarılı bir MGM prodüksiyonu ve Grace Kelly'nin de rol aldığı son film olmuştur.

Her ne kadar evliliği ile birlikte prensesliğe kavuşmuş olsa bile çok sevdiği oyunculuğu artık kaybetmiştir. "“Eğer biri beni dekor olarak kullanmaya başlarsa New York’a geri döneceğim” demiş olsa bile New York'a geri dönememiş ve maalesef mutsuz bir hayat sürmek zorunda kalmıştır.

Grace Kelly'i "olağanüstü bir kadın" yapan ne zerafeti, ne güzelliği ne de oyunculuğudur. Onun olağanüstü olarak anılmasının nedeni bir ülkeyi yeniden özgürlüğüne kavuşturabilecek bir güce sahip olmasıdır. Ama ne yazık ki aynı gücü kendi özgürlüğünü koruyabilme konusunda bulamamıştır.

Grace Kelly'nin Monaco Prensesi olmadan önceki hayatı bana göre gerçekten yaşamış olduğu zamandır...

Film 13: Midnight in Paris

***Uyarı: Birazcık spoiler***

Woody Allen'ı takdir etmemek elde değil. Benim ve belki de birçoğumuzun "Keşke şu ünlü ile aynı zamanda yaşasaydım ve onunla sohbet edebilme şansım olsaydı" diye düşündüğümüz bir hayali "Midnight in Paris" filmi ile gerçek kılmıştır. Her ne kadar bu gerçeklik gece yarısı başlayıp, sabahın ilk ışıklarında son buluyor olsa da...

Bazen hayatımızın öyle dönemleri olur ki her ne kadar bir şeylerin yanlış gittiğini içten içe hissediyor olsak da kendimizi bir şekilde her şeyin yolunda olduğuna inandırmış ve güvenli bölgede olmanın, risk almamanın rahatlığı içerisinde yaşarken buluruz. Amerikalı bir yazar olan Gil (Owen Wilson) mutluluğu bulduğunu düşündüğü nişanlısı ve nişanlısının ailesi ile Paris'e geldiğinde herşey ona, çevresine ve hatta tüm dünyaya göre yolundadır. Ta ki gece yarısı klasik bir arabanın onu alıp, 1920'lere götürmesi ve o dönemin ünlüleri ile sohbet etmesini sağlayana kadar.

Film 12: Les Petits Mouchoirs - Little White Lies

Henüz yeni tanışmış olduğum Fransız aktörler François Cluzet (Intouchables) ve Jean Dujarjin (The Artist) ile kısa zamanda tekrar karşılaşmak hoş oldu. Marion Cottilard ile uzun zamandır tanışıyor olsak da onu da izlemek her zaman olduğu gibi keyif vericiydi.

Film yerine öncelikli olarak oyunculardan başlamamı bir ipucu olarak sayabilirsiniz. Çünkü, filmin hem uzun olması hem de başladığı gibi hızlı ilerlememesi sebebi ile ister istemez hikayeden çok oyunculara odaklandım. Yani François Cluzet sinirlendiğinde neye sinirlendiğinden çok nasıl sinirlendiği ile ilgileniyordum.

Bolca vaktiniz olduğunda ve canınız Fransa'da bir tatil çektiğinde izlemenizi tavsiye ederim. Ancak bu tatilde dostluk kavramını tekrar sorgulamaya da hazır olun...

Belgesel 7: Extraordinary Women - Audrey Hepburn- 5/13

Audrey Hepburn (1929-1993) İngiliz aktris ve yardımsever
“Benimki gibi bir yüzün fotoğraflarda yer alacağını hiç düşünmemiştim.”

Audrey Hepburn'un Breakfast at Tiffany's, Roman Holiday, Funny Face gibi pekçok filmini izlemişimdir. Ancak içlerinde en çok sevdiğim kuşkusuz "My Fair Lady" filmidir. Belgesel başladığında "My Fair Lady" ile ilgili kısmın bir an önce gelmesini bekliyordum...


İlk olarak Audrey'in İkinci Dünya Savaş'ına denk gelen çocukluğunun zorlukları anlatıldı. Doğru bir şekilde beslenemeden büyümesi, onun hem kırılgan bir yapıya sahip olmasına hem de çok arzu ettiği balerin olma hayallerinin suya düşmesine neden olmuştur. Balenin zarif ama güçlü kapısı yüzüne kapanmış ancak tiyatronun gülen ve ağlayan yüzü onu selamlayarak sahne sanatlarından kopmamasını sağlamıştır. Böylece asıl ait olduğu sinema dünyasına da geçişi kolaylaşmıştır. O sinemayı sinema da onu görür görmez sevmiş ve henüz yolun başındayken beşinci filminde Oscar heykelciği zarif Audrey'e kollarını açarak onu güçlendirmiştir.

Bundan sonra birçok filmde rol almış ve dört kez daha en iyi kadın oyuncu ödülüne aday gösterilmiştir. Breakfast at Tiffany's filminde bir telekızı canlandırması o dönem için büyük bir risk iken Audrey bu rolü ile Holly Golightly karakterini de sinema tarihine kabul ettirmeyi başarmıştır.

O dönemde Broadway'de My Fair Lady müzikalinin başrolünü Rex Harrison ile Julie Andrews paylaşmaktaydı. Ancak aynı müzikalin filmi çekildiğinde başrol Julie Andrews'a değil Audrey Hepburn'e verilmişti. Bu sanat camiasında Julie'ye yapılan bir haksızlık olarak görülmüştü. Nitekim My Fair Lady ile "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü Rex Harrison alırken "En İyi Kadın Oyuncu" ödülü ise Mary Poppins rolü ile Julie Andrews'a verilerek bir nevi teselli edilmiştir. Her iki müzikal filmi de izlemiş biri olarak kesinlikle ama kesinlikle Eliza Doolittle karakteri ile Audrey'nin Oscar ile tekrar kucaklaşmayı haketmiş olduğunu düşünüyorum. Kısacası sabırsızlıkla beklediğim My Fair Lady bölümü üzülerek izledim...

Audrey ilk evliliğini Mel Ferer ile yapmış ve 14 yıl evli kalmışlardır. Boşanmalarının ardından çapkınlıkları ile ünlü İtalyan bir psikiyatr Andrea Dotti ile evlenmiş ancak çok uzun sürmeden bu evliliği de sona ermiştir. Geri kalan yaşamını ise üçüncü eşi olan ve gerçek mutluluğu bulduğunu söylediği aktör Robert Wolders ile tamamlamıştır.

Tüm bunların yanı sıra Audrey bir savaş mağduru olarak çektiği açlık, korku ve sefaleti hiç unutmamış ve yaşamının son anına kadar gönüllü olarak yardıma muhtaç olan kişilere ve ülkelere yardımda bulunarak bu konuda örnek olmuştur.

Son olarak Audrey'nin "Güzellik Sırlarını" paylaşmak istiyorum;


For attractive lips, speak words of kindness.
Çekici dudaklar için nazik sözcüklerle konuşun.

For lovely eyes, seek out the good in people.
Güzel gözler için insanların içindeki iyiliği arayın.

For a slim figure, share your food with the hungry.
Zarif bir beden için yiyeceğinizi açlarla paylaşın.

For beautiful hair, let a child run his or her fingers through it once a day.
Güzel saçlar için günde bir kez bir çocuğun parmaklarının saçlarınızda dolaşmasına izin verin.

For poise, walk with the knowledge that you never walk alone.
Denge için bilgi ile yürüyün böylece asla yalnız yürümezsiniz.

People, even more than things, have to be restored, revived, reclaimed and redeemed; never throw out anyone.
İnsanlar, eşyalardan daha çok, onarıma, yenilenmeye, canlanmaya, gelişmeye ve bağışlanmaya ihtiyaç duyar; asla kimseyi fırlatıp atmayın.

Remember, if you ever need a helping hand, you'll find them at the end of each of your arms. As you grow older, you will discover that you have two hands, one for helping yourself, the other for helping others.
Eğer bir yardım eline ihtiyaç duyarsanız, kolunuzun sonunda bir tane bulacağınızı unutmayın. Yaşlandıkça, iki eliniz olduğunu fark edeceksiniz; biri kendiniz için diğeri başkalarına yardım etmek için.

The beauty of a woman is not in the clothes she wears, the figure that she carries, or the way she combs her hair. The beauty of a woman must be seen from in her eyes, because that is the doorway to her heart, the place where love resides.
Bir kadının güzelliği giydiği giysilerde, vücudunda ya da saçını tarama şeklinde değildir. Bir kadının güzelliği gözlerinde görülür, çünkü gözler kalbin aynasıdır, sevginin yaşadığı yerin.

The beauty of a woman is not in a facial mode, but the true beauty in a woman is reflected in her soul. It is the caring that she lovingly gives, the passion that she shows.
Bir kadındaki gerçek güzellik ruhuna yansır.
Sevgiyle verdiği ilgi, gösterdiği tutkudur.

The beauty of a woman grows with the passing years.
Ve bir kadının güzelliği sadece geçen yıllarla büyür.