18 Ekim 2011 Salı

Kitap 15: İlona - Hans Habe

Hans Habe'nin "Ağdakiler" kitabını çok beğendiğim için diğer kitaplarını da aldım. İlk olarak İlona ve sonrasında da Binlerce Şehit kitabını bitirdim. Sırada ise "Kontes" kitabı var. Her ne kadar "Ağdakiler" kadar çok sevip, etkilenmesem de İlona da güzel bir romandı...

Kitaptan sevdiğim bölümler;

Prens Kontovski: Harbi kaybedeceğiz . Haksız olmasak bile, karşı taraftan daha zayıf olduğumuz için kaybedeceğiz.
İlona: Şu halde zayıf olan taraf neden boyun eğmiyor?
Prens Kontovski: Harbin sonunda nasılsa boyun eğecek. Ama insanların çılgın gururu, harbde mağlubiyetin şerefli olmasını, barış içindeki boyun eğmenin ise şerefsiz olmasını emrediyor.

***

İlona: Sizce saatleri sevmek için mutlaka yaşlı mı olmalı?
Dr. Ginsburg: Şüphesiz, muhterem Barones. Zavallı saatleri haksız yere kötüleyen ne kadar çok kimse olmuştur. Halbuki onlar başlıca tesellimizdir. Çepçevre koşarak bizi hiç durmadan geçleştirirler. Günün geçiciliğini, gece ile gündüz arasındaki farkı bilmezler. Tekrar tekrar gördüğüm bir rüyayı size anlatırsam, ne demek istediğimi belki daha iyi anlayacaksınız. "Birbirine düşman iki kardeş dünyayı idare ediyor. Erkek kardeş, sert ve kalpsizdir. Hiçbirşeye inanmaz, insanları hor görür. Kızkardeş aksine hayırsever ve yumuşak huyludur, bütün insanlara merhamet duyar. Adlarını da söyleyeyim: Prens Takvim ile Prenses Saat. Bütün insanların ruhunda bir takvim bir de saat vardır demek istiyorum. Tkvim herşeyin geçiciliğine işaret eder, saat insana ebediyeti hatırlatır. Takvimin yaprakları günden güne azalır. İnsanoğlu onların yokoluşunu dehşet içinde seyreder, rüzgar onları ne kadar uzağa sürüklerse, insanoğlu da peşlerinde o nispette hızlı koşar. Prens Takvim o zaman 'Beni boşuna takip ediyorsun' der. 'Giden bir daha geri gelmez.' Fakat Prenses Saat söze karışarak şöyle cevap verir. 'Hiçbirşey hakiki manada geçmez ve tik-tak diye işlemesine devam eder. Saar on ikinin arkasından daima saat bir gelir.'
İlona: Güzel bir benzetiş, doktor. Yalnız sakın prensesiniz küçük bir mızıkçı olmasın... Geçen zamanın bir daha geri gelmeyeceğini bize unutturmak için, hiç durmadan aynı sayıların üzerinde gider, gelir.

***

Bu dünyadaki hayatımız, üç ciltlik bir romanın ikinci cildine benziyor. Romanın ortası olduğuna göre, bir başlangıcı ve sonu da olmalı, değil mi?

***

"Çocuklarının, hayatı tek başlarına öğrenmelerinin doğru olduğuna inanan ana babalar vardır" öyle olunca annelerle babalar ne işe yarar ki?

***

Genç kadın karşısındaki müzisyeni bir kumandan gibi görüyordu. Gözlerinin önünde olanlar, bir tek kişinin bir çok kişi üzerindeki hakimiyetini temsil ediyordu. Beyaz elin tuttuğu değnek havaya kalkınca orkestrandan fışkıran tonlarda yükseliyor, değnek şöyle bir alçalınca az evvel o kadar yüksekten çağlayan sesler kısılıyordu. Erkek az sonra kollarını kaldırınca, çalgılar sanki göğe feryat etmeye başlıyorlardı. Orkestra şefi bir peygamber, bir sihirbazdı.

***

Ölüler ne kadar gaddardı. Giriştikleri işleri tamamlayamıyorlar, verdikleri sözü tutmuyorlar, allak bullak ettikleri işleri tekrar yoluna koymuyorlardı. Sadece başkalarının felaketini uzaktan seyretmek istermiş gibi hayat sahnesinden çekilip gidiyorlardı.

***

Evliliğin bir nevi kumar addettiğim için hiç evlenmedim. Birbirine tamamiyle yabancı iki insanın ahenkli bir müşterek hayat sürdürebilmelerine imkan görmüyorum. Onlar apayrı iki seyyareden gelmiş gibidirler ve sırf yolları karşılaştığı için de birbirlerine benzemek mecburiyetinde değillerdir. Halbuki aşkta benzerlik lazımdır. Hele aşkı bir menfaat ortaklığı şekline sokmak, onun varlığını tahkirden başka şey değildir. Bence, mesut bir çift teşkil etme şansı en fazla olan kimseler, kardeşlerdir. Ne çare ki, medeniyetimiz bu gibi birleşmeleri menediyor.

***

Takvim ile saat insanları ne güzel aldatıyordu. Bir saatin altmış dakikadan, bir dakikanın altmış saniyeden, bir yılın ise üç yüz altmış beş günden ibaret olduğunu iddia etmek sahtekarlıktan başka birşey değildi. Bazı günler üç yüz altmış beş saat, bazı yıllar ise sadece bir dakika sürüyordu. Zaman ölçü aletleriyle alay ediyordu.

***

İhtiyarlar gözlerini saatten ayıramazlar. Gençlik takv,me bakmaya lüzum görmez. Gençlik, insanın doğumundan itibaren ölmeye başladığının farkında değildir.

***

Olgunluk, insanın kendi kendisini tanıması, kendi kendiyle uyuşmasıdır. Hislerimiz, duygularımız ruhumuza tıpkı toprağın içindeki kökler gibi saplanırlar. Toprak ile kökler aynı şey değildir. Toprak biziz. Kökler büyük, bizi deler, bizi döller, bizi zehirler... Gelişmek, elem demektir. Tıpkı toprağın kökleri ile bir arada yaşamayı öğrenmesi gibi, bizim de onunla yaşamaya alışmamız lazımdır. Toprak ancak kökleri ile yaşamayı öğrendiği zaman olgundur.

***

Ferdin şeref kaideleri uzun yüzyıllar evvel kesin olarak tayin edilmiştir. İnsanın şerefini muhafaza etmek için bu kaidelere bağlı kalması kafidir. Fakat milletlerin şerefi, tıpkı hisse senetleri gibi değerlenir veya kıymetten düşer. Bunların muamelesi, kudret borsasında görülür. Milletler, şereflerine dokunup dokunmayan şeyleri, kudret ölçülerine göre tespit ederler.

Kitap 15: İlona - Hans Habe

Hans Habe'nin "Ağdakiler" kitabını çok beğendiğim için diğer kitaplarını da aldım. İlk olarak İlona ve sonrasında da Binlerce Şehit kitabını bitirdim. Sırada ise "Kontes" kitabı var. Her ne kadar "Ağdakiler" kadar çok sevip, etkilenmesem de İlona da güzel bir romandı...

Kitaptan sevdiğim bölümler;

Prens Kontovski: Harbi kaybedeceğiz . Haksız olmasak bile, karşı taraftan daha zayıf olduğumuz için kaybedeceğiz.
İlona: Şu halde zayıf olan taraf neden boyun eğmiyor?
Prens Kontovski: Harbin sonunda nasılsa boyun eğecek. Ama insanların çılgın gururu, harbde mağlubiyetin şerefli olmasını, barış içindeki boyun eğmenin ise şerefsiz olmasını emrediyor.

***

İlona: Sizce saatleri sevmek için mutlaka yaşlı mı olmalı?
Dr. Ginsburg: Şüphesiz, muhterem Barones. Zavallı saatleri haksız yere kötüleyen ne kadar çok kimse olmuştur. Halbuki onlar başlıca tesellimizdir. Çepçevre koşarak bizi hiç durmadan geçleştirirler. Günün geçiciliğini, gece ile gündüz arasındaki farkı bilmezler. Tekrar tekrar gördüğüm bir rüyayı size anlatırsam, ne demek istediğimi belki daha iyi anlayacaksınız. "Birbirine düşman iki kardeş dünyayı idare ediyor. Erkek kardeş, sert ve kalpsizdir. Hiçbirşeye inanmaz, insanları hor görür. Kızkardeş aksine hayırsever ve yumuşak huyludur, bütün insanlara merhamet duyar. Adlarını da söyleyeyim: Prens Takvim ile Prenses Saat. Bütün insanların ruhunda bir takvim bir de saat vardır demek istiyorum. Tkvim herşeyin geçiciliğine işaret eder, saat insana ebediyeti hatırlatır. Takvimin yaprakları günden güne azalır. İnsanoğlu onların yokoluşunu dehşet içinde seyreder, rüzgar onları ne kadar uzağa sürüklerse, insanoğlu da peşlerinde o nispette hızlı koşar. Prens Takvim o zaman 'Beni boşuna takip ediyorsun' der. 'Giden bir daha geri gelmez.' Fakat Prenses Saat söze karışarak şöyle cevap verir. 'Hiçbirşey hakiki manada geçmez ve tik-tak diye işlemesine devam eder. Saar on ikinin arkasından daima saat bir gelir.'
İlona: Güzel bir benzetiş, doktor. Yalnız sakın prensesiniz küçük bir mızıkçı olmasın... Geçen zamanın bir daha geri gelmeyeceğini bize unutturmak için, hiç durmadan aynı sayıların üzerinde gider, gelir.

***

Bu dünyadaki hayatımız, üç ciltlik bir romanın ikinci cildine benziyor. Romanın ortası olduğuna göre, bir başlangıcı ve sonu da olmalı, değil mi?

***

"Çocuklarının, hayatı tek başlarına öğrenmelerinin doğru olduğuna inanan ana babalar vardır" öyle olunca annelerle babalar ne işe yarar ki?

***

Genç kadın karşısındaki müzisyeni bir kumandan gibi görüyordu. Gözlerinin önünde olanlar, bir tek kişinin bir çok kişi üzerindeki hakimiyetini temsil ediyordu. Beyaz elin tuttuğu değnek havaya kalkınca orkestrandan fışkıran tonlarda yükseliyor, değnek şöyle bir alçalınca az evvel o kadar yüksekten çağlayan sesler kısılıyordu. Erkek az sonra kollarını kaldırınca, çalgılar sanki göğe feryat etmeye başlıyorlardı. Orkestra şefi bir peygamber, bir sihirbazdı.

***

Ölüler ne kadar gaddardı. Giriştikleri işleri tamamlayamıyorlar, verdikleri sözü tutmuyorlar, allak bullak ettikleri işleri tekrar yoluna koymuyorlardı. Sadece başkalarının felaketini uzaktan seyretmek istermiş gibi hayat sahnesinden çekilip gidiyorlardı.

***

Evliliğin bir nevi kumar addettiğim için hiç evlenmedim. Birbirine tamamiyle yabancı iki insanın ahenkli bir müşterek hayat sürdürebilmelerine imkan görmüyorum. Onlar apayrı iki seyyareden gelmiş gibidirler ve sırf yolları karşılaştığı için de birbirlerine benzemek mecburiyetinde değillerdir. Halbuki aşkta benzerlik lazımdır. Hele aşkı bir menfaat ortaklığı şekline sokmak, onun varlığını tahkirden başka şey değildir. Bence, mesut bir çift teşkil etme şansı en fazla olan kimseler, kardeşlerdir. Ne çare ki, medeniyetimiz bu gibi birleşmeleri menediyor.

***

Takvim ile saat insanları ne güzel aldatıyordu. Bir saatin altmış dakikadan, bir dakikanın altmış saniyeden, bir yılın ise üç yüz altmış beş günden ibaret olduğunu iddia etmek sahtekarlıktan başka birşey değildi. Bazı günler üç yüz altmış beş saat, bazı yıllar ise sadece bir dakika sürüyordu. Zaman ölçü aletleriyle alay ediyordu.

***

İhtiyarlar gözlerini saatten ayıramazlar. Gençlik takv,me bakmaya lüzum görmez. Gençlik, insanın doğumundan itibaren ölmeye başladığının farkında değildir.

***

Olgunluk, insanın kendi kendisini tanıması, kendi kendiyle uyuşmasıdır. Hislerimiz, duygularımız ruhumuza tıpkı toprağın içindeki kökler gibi saplanırlar. Toprak ile kökler aynı şey değildir. Toprak biziz. Kökler büyük, bizi deler, bizi döller, bizi zehirler... Gelişmek, elem demektir. Tıpkı toprağın kökleri ile bir arada yaşamayı öğrenmesi gibi, bizim de onunla yaşamaya alışmamız lazımdır. Toprak ancak kökleri ile yaşamayı öğrendiği zaman olgundur.

***

Ferdin şeref kaideleri uzun yüzyıllar evvel kesin olarak tayin edilmiştir. İnsanın şerefini muhafaza etmek için bu kaidelere bağlı kalması kafidir. Fakat milletlerin şerefi, tıpkı hisse senetleri gibi değerlenir veya kıymetten düşer. Bunların muamelesi, kudret borsasında görülür. Milletler, şereflerine dokunup dokunmayan şeyleri, kudret ölçülerine göre tespit ederler.

Film 27: Letters to Juliette

Seviyorum böyle filmleri. Nasıl filmler mi? Yormuyor, üzmüyor, mutlu sona varmak için izlediğinizi bilmek rahatlatıyor. Üstüne üstlük İtalya'nın en güzel yerlerini geziyor, bir aşk hikayesine tanıklık ediyor ve İngiliz ingilizcesi'nin* en iyi halini dinliyorsunuz...

Bir filmden daha ne beklenir ki ;)

*Sincerely Sorry!

Film 28: City Island





Being Julia, The Others filmleri gibi kendi içindeki konu dahilinde tekdüze bir anlatım varken, son sahneleri ve finali ile etkileyici olan filmlerdendi.

Andy Garcia'yı daha önce bu tarz agresif bir rolde izlemediğim için farklı ve başarılı buldum.

Film 27: Letters to Juliette

Seviyorum böyle filmleri. Nasıl filmler mi? Yormuyor, üzmüyor, mutlu sona varmak için izlediğinizi bilmek rahatlatıyor. Üstüne üstlük İtalya'nın en güzel yerlerini geziyor, bir aşk hikayesine tanıklık ediyor ve İngiliz ingilizcesi'nin* en iyi halini dinliyorsunuz...

Bir filmden daha ne beklenir ki ;)

*Sincerely Sorry!

Film 28: City Island





Being Julia, The Others filmleri gibi kendi içindeki konu dahilinde tekdüze bir anlatım varken, son sahneleri ve finali ile etkileyici olan filmlerdendi.

Andy Garcia'yı daha önce bu tarz agresif bir rolde izlemediğim için farklı ve başarılı buldum.

Film 26: Taare zameen par

3 İdiots'tan sonra yine eğitim-öğretim sistemini eleştiren bir hint filmi daha... Bu sefer sistem ile birlikte aile yapısı da eleştiriliyor. "Her çocuk özeldir" sözü ile özetleyeceğimiz film, bazı ailelerin bırakın tüm çocukları özel olarak görmek kendi çocuklarına bile gerekli ilgi ve özeni göstermediklerini acı bir şekilde anlatıyor. Herşeye rağmen iyi, idealist ve mücadeleci kişilerin olması, halen dünyanın yaşanabilir bir yer olmasını sağlıyor...

Film 26: Taare zameen par

3 İdiots'tan sonra yine eğitim-öğretim sistemini eleştiren bir hint filmi daha... Bu sefer sistem ile birlikte aile yapısı da eleştiriliyor. "Her çocuk özeldir" sözü ile özetleyeceğimiz film, bazı ailelerin bırakın tüm çocukları özel olarak görmek kendi çocuklarına bile gerekli ilgi ve özeni göstermediklerini acı bir şekilde anlatıyor. Herşeye rağmen iyi, idealist ve mücadeleci kişilerin olması, halen dünyanın yaşanabilir bir yer olmasını sağlıyor...

Film 24: Talk to me

Martin Luther King zamaninda yasamis ve efsane olmus bir radyocu Petey Greene’nin hayatini anlatan bir film. Filmin sonunu izleyemedim ama sonunda kisa bir anlatim da varmis ve bu anlatimda siyasilerden sonra, oldugunde cenazesine rekor sayida katilim olan tek kisi oldugundan bahsedilmis... Ayrica, onun radyocu olmasını sağlayan Dewey Hughes de oldukça ünlü olmuş...

Film 25: 3 Idiots

Bu filmde hergun gunluk hayatta bekledigim samimiyeti, insanligi ve halen sisteme kole olmamis, insan kalabilmeyi basarabilmis kisileri gormek acisindan cok rahatlatici ve bir o kadar da keyifli buldum. Okul muduru ve birinci olmaya calisan cocuk, aslinda gunumuzdeki ozellikle de maalesef Turkiye'deki kisilere cok benziyorlar. Sadece egitim alani degil hemen hemen her yerde hazimsiz, yaptigi seylerin kendisine ne deger kattigindan ziyade yaptigi seylerin digerlerini nasil etkileyecegini, onlara nasil fark yaratacagini ya da digerlerini nasil alt edecegi uzerine kurulu.


Keske bu film okullarda gosterilse. Neyse, bu aslinda toplum ile ilgili yorumum oldu :) Onun icin gelelim film ile ilgili yorumuma :)

Film 3 saat surmesine ragmen 1 saatmis gibi yok yok "1 saatmis" gibi de degil "her guzel sey" gibi cooook cabuk gecti :)


Benim acimdan ozellikle muzikal kisimlar filmi daha da renklendirdi. Bir filmden aradigim hersey fazlasiyla bu filmde oldugu icin gonul rahatligi ile “hayatimda izledigim en iyi filmlerden biri” gibi iddiali ama filme yakisan cumleler kurabildim...


Son olarak ALL IS WELL ;)

Film 24: Talk to me

Martin Luther King zamaninda yasamis ve efsane olmus bir radyocu Petey Greene’nin hayatini anlatan bir film. Filmin sonunu izleyemedim ama sonunda kisa bir anlatim da varmis ve bu anlatimda siyasilerden sonra, oldugunde cenazesine rekor sayida katilim olan tek kisi oldugundan bahsedilmis... Ayrica, onun radyocu olmasını sağlayan Dewey Hughes de oldukça ünlü olmuş...

Film 25: 3 Idiots

Bu filmde hergun gunluk hayatta bekledigim samimiyeti, insanligi ve halen sisteme kole olmamis, insan kalabilmeyi basarabilmis kisileri gormek acisindan cok rahatlatici ve bir o kadar da keyifli buldum. Okul muduru ve birinci olmaya calisan cocuk, aslinda gunumuzdeki ozellikle de maalesef Turkiye'deki kisilere cok benziyorlar. Sadece egitim alani degil hemen hemen her yerde hazimsiz, yaptigi seylerin kendisine ne deger kattigindan ziyade yaptigi seylerin digerlerini nasil etkileyecegini, onlara nasil fark yaratacagini ya da digerlerini nasil alt edecegi uzerine kurulu.


Keske bu film okullarda gosterilse. Neyse, bu aslinda toplum ile ilgili yorumum oldu :) Onun icin gelelim film ile ilgili yorumuma :)

Film 3 saat surmesine ragmen 1 saatmis gibi yok yok "1 saatmis" gibi de degil "her guzel sey" gibi cooook cabuk gecti :)


Benim acimdan ozellikle muzikal kisimlar filmi daha da renklendirdi. Bir filmden aradigim hersey fazlasiyla bu filmde oldugu icin gonul rahatligi ile “hayatimda izledigim en iyi filmlerden biri” gibi iddiali ama filme yakisan cumleler kurabildim...


Son olarak ALL IS WELL ;)

Film 23: The Cars II

Serinin ilk filmini çok severim. Özellikle değer yargılarını ön plana çıkartması sebebi ile çocuklara izletilebilecek en iyi animasyonlardan biri olduğunu düşünürüm. İlk filmdeki favorim Mater’dı. Hatta onun benzeri bir pick-up almayı bile biraralar ciddi ciddi düşünmüştüm. Neyse ki öyle bir hata yapmamışım, benzin fiyatlarının hali malum :) İkinci filmde Mater’ın en az Şimşek Mcqueen kadar fazla rolü olması beni oldukça memnun etti. İlk filmdeki dinginliğin aksine baştan sona soluksuz izlenecek kadar aksiyon doluydu.
Son olarak Şimşek Mcqueen’in İngiltere kraliçesi ile tanıştırılma sahnesindeki şu diyologu eklemeden geçemeyeceğim;

- Mcqueen, Queen!
- Queen, Mcqueen!

;)

Film 23: The Cars II

Serinin ilk filmini çok severim. Özellikle değer yargılarını ön plana çıkartması sebebi ile çocuklara izletilebilecek en iyi animasyonlardan biri olduğunu düşünürüm. İlk filmdeki favorim Mater’dı. Hatta onun benzeri bir pick-up almayı bile biraralar ciddi ciddi düşünmüştüm. Neyse ki öyle bir hata yapmamışım, benzin fiyatlarının hali malum :) İkinci filmde Mater’ın en az Şimşek Mcqueen kadar fazla rolü olması beni oldukça memnun etti. İlk filmdeki dinginliğin aksine baştan sona soluksuz izlenecek kadar aksiyon doluydu.
Son olarak Şimşek Mcqueen’in İngiltere kraliçesi ile tanıştırılma sahnesindeki şu diyologu eklemeden geçemeyeceğim;

- Mcqueen, Queen!
- Queen, Mcqueen!

;)

Film 21: Analyze This





Keyifli zaman geçirmek için birebir. Robert de Niro ve Billy Crystal’ın birbirine zıt kutupları başarı ile canladırması filme daha da büyük keyif katıyor. Mafya dünyasında pek sempatiye yer olmasa da bu filmde birçok sempatik karakter vardı. Benim favorim ise Jelly’di.

Film 22: Analyze That



Robert de Niro’nun yüz felci sahnesine karşılık, Billy Crystal’ın uyuşmuş ağızıyla yemek yediği sahne filmin en iyi sahneleriydi. Rober de Niro’nun gülümsemesini engelleyemediği belli olurken (ki filmin sonundaki çekim hataları bölümünde güldüğüne bolca yer verilmiş) Billy Crystal’ın hiç taviz vermeden oynaması Billy Crystal’ı mafya karşısında 1-0 öne geçirdi benim gözümde :)

Film 21: Analyze This





Keyifli zaman geçirmek için birebir. Robert de Niro ve Billy Crystal’ın birbirine zıt kutupları başarı ile canladırması filme daha da büyük keyif katıyor. Mafya dünyasında pek sempatiye yer olmasa da bu filmde birçok sempatik karakter vardı. Benim favorim ise Jelly’di.

Film 22: Analyze That



Robert de Niro’nun yüz felci sahnesine karşılık, Billy Crystal’ın uyuşmuş ağızıyla yemek yediği sahne filmin en iyi sahneleriydi. Rober de Niro’nun gülümsemesini engelleyemediği belli olurken (ki filmin sonundaki çekim hataları bölümünde güldüğüne bolca yer verilmiş) Billy Crystal’ın hiç taviz vermeden oynaması Billy Crystal’ı mafya karşısında 1-0 öne geçirdi benim gözümde :)