31 Aralık 2011 Cumartesi

2012 Film & Kitap

Bakalım bu sene neler izleyeceğim, okuyacağım, dinleyeceğim, seveceğim, sevmeyeceğim, tavsiye edeceğim, eleştireceğim, yorumlayacağım?..

2012 Film & Kitap

Bakalım bu sene neler izleyeceğim, okuyacağım, dinleyeceğim, seveceğim, sevmeyeceğim, tavsiye edeceğim, eleştireceğim, yorumlayacağım?..

Film 39: Insidious (I)

Gece gece korkmak mı istiyorsunuz? Insidious, bu anlamda temiz bir korku filmi. Klişeler (yeni taşınılan ev, evde dolaşan ruhlar, ruh çağırma seansı vb.) bolca bulunsa da amaç gerilmek, korkmak ise bu film birebir. Ancak hem korkayım hem de korku ve gerilim anlamında çığır açacak bir film izleyeyim diyorsanız o zaman uzak durunuz.

Film 39: Insidious (I)

Gece gece korkmak mı istiyorsunuz? Insidious, bu anlamda temiz bir korku filmi. Klişeler (yeni taşınılan ev, evde dolaşan ruhlar, ruh çağırma seansı vb.) bolca bulunsa da amaç gerilmek, korkmak ise bu film birebir. Ancak hem korkayım hem de korku ve gerilim anlamında çığır açacak bir film izleyeyim diyorsanız o zaman uzak durunuz.

Film 38: Inside Job

Zeitgeist'i izledikten sonra nasıl dini, politikayı ve dünyadaki dengeleri sorguladıysak, Inside Job'u izledikten sonra da dünyadaki ekonomik krizleri ve tüm finansal sistemi sorgular hale geliyoruz. Daha doğrusu sorgulanacak birşey olmadığını herşeyin bizim hatta ülkelerin kendi kontrolleri dışında geliştiğini anlıyoruz.
Charles Ferguson filmin hem yazarı hem yönetmeniyken, Matt Damon ise belgeseli seslendirendir. Matt Damon ve onun gibiler (Ben Affleck, Marc Ruffalo, Sean Pean vb.) dünyada ne kadar görmemizin engellendiği şey varsa ortaya çıkarıp sunmaya bayılıyorlar...

Film 38: Inside Job

Zeitgeist'i izledikten sonra nasıl dini, politikayı ve dünyadaki dengeleri sorguladıysak, Inside Job'u izledikten sonra da dünyadaki ekonomik krizleri ve tüm finansal sistemi sorgular hale geliyoruz. Daha doğrusu sorgulanacak birşey olmadığını herşeyin bizim hatta ülkelerin kendi kontrolleri dışında geliştiğini anlıyoruz.
Charles Ferguson filmin hem yazarı hem yönetmeniyken, Matt Damon ise belgeseli seslendirendir. Matt Damon ve onun gibiler (Ben Affleck, Marc Ruffalo, Sean Pean vb.) dünyada ne kadar görmemizin engellendiği şey varsa ortaya çıkarıp sunmaya bayılıyorlar...

25 Aralık 2011 Pazar

Film 37: Human Centipede (Full Sequence)

İlk filmden sonra ikinci filmde hem aynı konuyu işleyip hem de nasıl bir farklılık yaratabilirler ki diye düşünüyordum. İkinci filmde yine aynı konu vardı ama ilk filme göre tamamen farklı bir zeminde, farklı karakterlerle ve farklı yöntemlerle işleyebilmeyi başarmışlardı. Sabırsızlıkla son bölüm olan Final Sequence'ı bekliyorum. Bu sabırsızlığımın nedeni yine aynı konuyu üçüncü kez nasıl farklı bir şekilde anlatabileceklerin görmek için...

Film 37: Human Centipede (Full Sequence)

İlk filmden sonra ikinci filmde hem aynı konuyu işleyip hem de nasıl bir farklılık yaratabilirler ki diye düşünüyordum. İkinci filmde yine aynı konu vardı ama ilk filme göre tamamen farklı bir zeminde, farklı karakterlerle ve farklı yöntemlerle işleyebilmeyi başarmışlardı. Sabırsızlıkla son bölüm olan Final Sequence'ı bekliyorum. Bu sabırsızlığımın nedeni yine aynı konuyu üçüncü kez nasıl farklı bir şekilde anlatabileceklerin görmek için...

Film 36: Human Centipede (First Sequence)

İnsan aklının sınırlarından çok insan aklının iğrençliklerinin sınırını zorlayan bir film olmuş. Hemen belirtmek isterim ki bu cümleyi filmi eleştirmek için değil bilakis filmi tanımlayabilmek için kullandım. İzlediğinizde ne demek istediğimi anlayacaksınız...

Film 36: Human Centipede (First Sequence)

İnsan aklının sınırlarından çok insan aklının iğrençliklerinin sınırını zorlayan bir film olmuş. Hemen belirtmek isterim ki bu cümleyi filmi eleştirmek için değil bilakis filmi tanımlayabilmek için kullandım. İzlediğinizde ne demek istediğimi anlayacaksınız...

Dizi 2: Boardwalk Empire - Season 2

"Flip a coin. When it's in the air, you'll know which side you're hoping for."
"Yazı tura at. Havadayken hangi tarafın gelmesini istediğini bileceksin."

Dizi 2: Boardwalk Empire - Season 2

"Flip a coin. When it's in the air, you'll know which side you're hoping for."
"Yazı tura at. Havadayken hangi tarafın gelmesini istediğini bileceksin."

10 Aralık 2011 Cumartesi

Film 35: Dedemin İnsanları

Film ırk, dil, din, milliyetçilik gibi iddialı kavramları çok naif bir hikaye içinde gayet sadelikle anlatıyor. Aynı zamanda ülkemizin yakın tarihini de çok güzel özetliyor. Yer yer duygusal, yer yer komik. Gözlerinizde yaşlar varken kahkaha atmaya başlıyor, tam gülümserken bir metafor ile hüzünleniveriyorsunuz.

"Dedemin İnsanları" şu ana kadar izlediğim en güzel Çağan Irmak filmidir.

Film 35: Dedemin İnsanları

Film ırk, dil, din, milliyetçilik gibi iddialı kavramları çok naif bir hikaye içinde gayet sadelikle anlatıyor. Aynı zamanda ülkemizin yakın tarihini de çok güzel özetliyor. Yer yer duygusal, yer yer komik. Gözlerinizde yaşlar varken kahkaha atmaya başlıyor, tam gülümserken bir metafor ile hüzünleniveriyorsunuz.

"Dedemin İnsanları" şu ana kadar izlediğim en güzel Çağan Irmak filmidir.

17 Kasım 2011 Perşembe

Dizi 1: Boardwalk Empire - Season 1

Boardwalk Empire'ı Amerika'da 1920'li yıllarda yaşanan içki yasağı çerçevesinde, Atlantic City'de dönen kirli olayları anlatan bir dizi olarak tanımlarsam, yanlış değil ama tam doğru bir tanımlama da yapmış sayılmam.

Onun için nereden başlasam, nasıl anlatsam sorunsalı ile karşı karşıyayım...

Yıl: 1920'ler
Yer: Atlantic City
Mekan: Çoğunlukla Boardwalk ve Ritz Carlton Oteli
Müzik: All that Jazz!
Kostüm: Putting on the Ritz!
Tema: Politika, içki mafyası ve onun sahte yüzleri
Başrol: Steve Buscemi

Uzun uzun anlatmaya gerek var mı? ;)

Dizi 1: Boardwalk Empire - Season 1

Boardwalk Empire'ı Amerika'da 1920'li yıllarda yaşanan içki yasağı çerçevesinde, Atlantic City'de dönen kirli olayları anlatan bir dizi olarak tanımlarsam, yanlış değil ama tam doğru bir tanımlama da yapmış sayılmam.

Onun için nereden başlasam, nasıl anlatsam sorunsalı ile karşı karşıyayım...

Yıl: 1920'ler
Yer: Atlantic City
Mekan: Çoğunlukla Boardwalk ve Ritz Carlton Oteli
Müzik: All that Jazz!
Kostüm: Putting on the Ritz!
Tema: Politika, içki mafyası ve onun sahte yüzleri
Başrol: Steve Buscemi

Uzun uzun anlatmaya gerek var mı? ;)

Film 34: Introducing Dorothy Dandridge

Dorothy Dandridge’i tanımıyordum, bilmiyordum, dinlememiştim. Filmle birlikte dinledim, tanidim ve en önemlisi onun için çok üzüldüm. Oscar'a aday gösterilen ve gerçek anlamda bir Hollywood yıldızı olabilen ilk siyahi oyuncu ve bu aşamaya kadar gelebilmek için çok uğraşmış, çok yıpranmış ve pek çok başarısının hakkını ve keyfini tadamamıştır. Hayatının anlatıldığı bu filminde onu canlandıran Halle Berry'nin ise Oscar tarihinde en iyi kadın oyuncu ödülü alan ilk zenci olması ise bazı şeylerin geç bile olsa gerçekleşebileceğini gösteriyor...

Film 34: Introducing Dorothy Dandridge

Dorothy Dandridge’i tanımıyordum, bilmiyordum, dinlememiştim. Filmle birlikte dinledim, tanidim ve en önemlisi onun için çok üzüldüm. Oscar'a aday gösterilen ve gerçek anlamda bir Hollywood yıldızı olabilen ilk siyahi oyuncu ve bu aşamaya kadar gelebilmek için çok uğraşmış, çok yıpranmış ve pek çok başarısının hakkını ve keyfini tadamamıştır. Hayatının anlatıldığı bu filminde onu canlandıran Halle Berry'nin ise Oscar tarihinde en iyi kadın oyuncu ödülü alan ilk zenci olması ise bazı şeylerin geç bile olsa gerçekleşebileceğini gösteriyor...

Film 33: Proof

Türkçe dublajlı olarak izlediğim için tam adapte olamadım diyeceğim ama bu kadro (Anthony Hopkins, Gwenny Paltrow, Jake Gyllenhaal) ve konu itibariyle her türlü kendini izlettirmesi gerekirdi ancak filmin sonu çok zor geldi.

Film 33: Proof

Türkçe dublajlı olarak izlediğim için tam adapte olamadım diyeceğim ama bu kadro (Anthony Hopkins, Gwenny Paltrow, Jake Gyllenhaal) ve konu itibariyle her türlü kendini izlettirmesi gerekirdi ancak filmin sonu çok zor geldi.

15 Kasım 2011 Salı

Film 31: 72.Koğuş

Kitabı okumadığım için iyi bir uyarlama olup olmadığını bilemiyorum ama salt film olarak değerlendirdiğimde beğendim. 72. Koğuş’un daha önce başrolünde Kadir İnanır’ın oynadığı bir versiyonu daha vardı. Daha önce çekilmiş bir film neden tekrar çekilir bir türlü anlamıyorum. Yeniden çekimler ile Orhan Kemal gibi pekçok başarılı yazarın başka öykülerinin hakkını yitirdiğini, yapımcıların/senaristlerin de bu hakkı yediğini düşünüyorum. Sadece Türk sineması için değil, dünya sinemasındaki tekrar çekimler de içime hiç sinmiyor. Bu tekrar çekimlerin kötü olduğundan değil, yeni bir Batman, Superman karakterinin ya da yeni hikayelerin ortaya konmamasından dolayı. Yeniden çekilen film eğer bir önce çekilen filmden bir farklılık ortaya koyuyorsa o zaman bir anlamı olabilir. Örneğin, Yedi Kocalı Hürmüz’ün yeni versiyonu bir müzikal denemesiydi ve öncekine göre gerçek anlamda farklıydı.

Kısacası, bir film çekme imkanı varsa, zaten arşivde olan bir film yerine arşivlere girebilecek yeni bir film yaratmak daha anlamlı olacaktır. En azından benim bir film yaratma imkanım olsa daha önce yaratılanı yaratma değil sıfırdan yaratma lüksünü kullanırdım..

Film 32: Kalbin Zamanı

Çok hoşuma gitti. Filme eleştirel gözle bakılsa, eleştiri bombardımanına da tutulabilir ama baştan sona sevdim ben bu romantik polisiye filmi. İlk dakikalarından itibaren masal dinler gibi bir huşu içinde izledim. İnsanların gençlikte duyduğu aşk heyecanlarının aslında yıllar içinde hiç kaybolmadığını sadece yaş itibariyle içerilerde biryerlere saklandığını anlamış oldum.

Filmde oyunculuğu ile dikkatimi çeken Arda Kanpolat’ın maalesef filmdeki asansörün boşluğuna atlayarak intihar ettiğini öğrendim. Asansörün film içerisinde belirgin bir rolü vardı ve gerçek hayatta da bir etkisi olması çok kötü bir tesadüf olmuş.

Film 31: 72.Koğuş

Kitabı okumadığım için iyi bir uyarlama olup olmadığını bilemiyorum ama salt film olarak değerlendirdiğimde beğendim. 72. Koğuş’un daha önce başrolünde Kadir İnanır’ın oynadığı bir versiyonu daha vardı. Daha önce çekilmiş bir film neden tekrar çekilir bir türlü anlamıyorum. Yeniden çekimler ile Orhan Kemal gibi pekçok başarılı yazarın başka öykülerinin hakkını yitirdiğini, yapımcıların/senaristlerin de bu hakkı yediğini düşünüyorum. Sadece Türk sineması için değil, dünya sinemasındaki tekrar çekimler de içime hiç sinmiyor. Bu tekrar çekimlerin kötü olduğundan değil, yeni bir Batman, Superman karakterinin ya da yeni hikayelerin ortaya konmamasından dolayı. Yeniden çekilen film eğer bir önce çekilen filmden bir farklılık ortaya koyuyorsa o zaman bir anlamı olabilir. Örneğin, Yedi Kocalı Hürmüz’ün yeni versiyonu bir müzikal denemesiydi ve öncekine göre gerçek anlamda farklıydı.

Kısacası, bir film çekme imkanı varsa, zaten arşivde olan bir film yerine arşivlere girebilecek yeni bir film yaratmak daha anlamlı olacaktır. En azından benim bir film yaratma imkanım olsa daha önce yaratılanı yaratma değil sıfırdan yaratma lüksünü kullanırdım..

Film 32: Kalbin Zamanı

Çok hoşuma gitti. Filme eleştirel gözle bakılsa, eleştiri bombardımanına da tutulabilir ama baştan sona sevdim ben bu romantik polisiye filmi. İlk dakikalarından itibaren masal dinler gibi bir huşu içinde izledim. İnsanların gençlikte duyduğu aşk heyecanlarının aslında yıllar içinde hiç kaybolmadığını sadece yaş itibariyle içerilerde biryerlere saklandığını anlamış oldum.

Filmde oyunculuğu ile dikkatimi çeken Arda Kanpolat’ın maalesef filmdeki asansörün boşluğuna atlayarak intihar ettiğini öğrendim. Asansörün film içerisinde belirgin bir rolü vardı ve gerçek hayatta da bir etkisi olması çok kötü bir tesadüf olmuş.

Film 30: The Adventures of Tintin

Bu filmin animasyon kategorisinden çok aksiyon kategorisine daha uygun olduğunu düşünüyorum. Çünkü izlerken animasyon değil de gerçek bir macera filmi izliyormuşum gibi hissettim. Filmdeki isimlerle çevirideki isimlerin neden birbirine uymadığını halen anlayamamakla birlikte, eski dostları görmek onlarla birlikte koşuşturmak pek keyifliydi...

Tintin'in ilk sahnede portresini yaptırdığı sırada klasik görünümden yeni görüntüsüne geçiş yapılan sahne çok iyi düşünülmüştü. Her ne kadar film boyunca klasik görünümü görmek istesem de...

Kitap 16: Binlerce Şehit - Hans Habe

Binlerce Şehit, Hans Habe'nin 2. Dünya Savaşı'nda cephede başından geçenleri anlatan bir kitap. Habe'nin içinde bulunduğu bölük, öyle çok önemli bir çatışmaya katılmasa da yol boyunca bir bilinmeyene doğru ilerlemeleri, gergin bekleyişleri, esir düştüklerinde ve kaçarken yaşadıkları oldukça etkileyiciydi. Savaşın aktif çatışmasının yanı sıra sadece cephede bulunmanın bile ne kadar yıpratıcı olduğunu da anlamamızı sağlıyor. Her zamanki gibi yüreğinde iyilik olan insanlar olmasa ne Hans Habe(ler) sağ kalabilirdi ne de bu kitap(lar) yazilabilirdi...

Kitapların arasında bulduğum kağıtlar, notlar, sayfa ucu kıvrıkları sayesinde benden önce de birilerinin o sayfada olmuş olduğunu bilir ve farklı zamanlarda olsak bile "aynı anı" o sayfalarda yaşadığımızı düşünürüm.

Binlerce Şehit'i sahaflardan aldığım için yeni baskı değil, ikinci el bir kitap. 193. sayfasındaki bölümün adı da "Hoşçakal, Yaşamak". Bu bölüm başlığının hemen yanına ise 1974 yılına ait bir posta pulu yapıştırılmış. Biraz araştırdığımda puldaki resmin Max Beckmann'ın "Large Still Life With Telescope" isimli illustrasyonu olduğunu öğrendim.

Kimbilir bu pulu kim ve neden yapıştırdı buraya? Her ne nedenle yapıştırdıysa, seneler sonra bu satırların yazılmasına vesile olmuştur ve bence iyi de olmuştur...

Film 30: The Adventures of Tintin

Bu filmin animasyon kategorisinden çok aksiyon kategorisine daha uygun olduğunu düşünüyorum. Çünkü izlerken animasyon değil de gerçek bir macera filmi izliyormuşum gibi hissettim. Filmdeki isimlerle çevirideki isimlerin neden birbirine uymadığını halen anlayamamakla birlikte, eski dostları görmek onlarla birlikte koşuşturmak pek keyifliydi...

Tintin'in ilk sahnede portresini yaptırdığı sırada klasik görünümden yeni görüntüsüne geçiş yapılan sahne çok iyi düşünülmüştü. Her ne kadar film boyunca klasik görünümü görmek istesem de...

Kitap 16: Binlerce Şehit - Hans Habe

Binlerce Şehit, Hans Habe'nin 2. Dünya Savaşı'nda cephede başından geçenleri anlatan bir kitap. Habe'nin içinde bulunduğu bölük, öyle çok önemli bir çatışmaya katılmasa da yol boyunca bir bilinmeyene doğru ilerlemeleri, gergin bekleyişleri, esir düştüklerinde ve kaçarken yaşadıkları oldukça etkileyiciydi. Savaşın aktif çatışmasının yanı sıra sadece cephede bulunmanın bile ne kadar yıpratıcı olduğunu da anlamamızı sağlıyor. Her zamanki gibi yüreğinde iyilik olan insanlar olmasa ne Hans Habe(ler) sağ kalabilirdi ne de bu kitap(lar) yazilabilirdi...

Kitapların arasında bulduğum kağıtlar, notlar, sayfa ucu kıvrıkları sayesinde benden önce de birilerinin o sayfada olmuş olduğunu bilir ve farklı zamanlarda olsak bile "aynı anı" o sayfalarda yaşadığımızı düşünürüm.

Binlerce Şehit'i sahaflardan aldığım için yeni baskı değil, ikinci el bir kitap. 193. sayfasındaki bölümün adı da "Hoşçakal, Yaşamak". Bu bölüm başlığının hemen yanına ise 1974 yılına ait bir posta pulu yapıştırılmış. Biraz araştırdığımda puldaki resmin Max Beckmann'ın "Large Still Life With Telescope" isimli illustrasyonu olduğunu öğrendim.

Kimbilir bu pulu kim ve neden yapıştırdı buraya? Her ne nedenle yapıştırdıysa, seneler sonra bu satırların yazılmasına vesile olmuştur ve bence iyi de olmuştur...

Film 29: Madame Irma

Siz siz olsun en zor anınızda bile gerçekleri sakın sevdiklerinizden saklamayın.
Yoksa Bay Francis olur Madam İrma :)

Film 29: Madame Irma

Siz siz olsun en zor anınızda bile gerçekleri sakın sevdiklerinizden saklamayın.
Yoksa Bay Francis olur Madam İrma :)

18 Ekim 2011 Salı

Kitap 15: İlona - Hans Habe

Hans Habe'nin "Ağdakiler" kitabını çok beğendiğim için diğer kitaplarını da aldım. İlk olarak İlona ve sonrasında da Binlerce Şehit kitabını bitirdim. Sırada ise "Kontes" kitabı var. Her ne kadar "Ağdakiler" kadar çok sevip, etkilenmesem de İlona da güzel bir romandı...

Kitaptan sevdiğim bölümler;

Prens Kontovski: Harbi kaybedeceğiz . Haksız olmasak bile, karşı taraftan daha zayıf olduğumuz için kaybedeceğiz.
İlona: Şu halde zayıf olan taraf neden boyun eğmiyor?
Prens Kontovski: Harbin sonunda nasılsa boyun eğecek. Ama insanların çılgın gururu, harbde mağlubiyetin şerefli olmasını, barış içindeki boyun eğmenin ise şerefsiz olmasını emrediyor.

***

İlona: Sizce saatleri sevmek için mutlaka yaşlı mı olmalı?
Dr. Ginsburg: Şüphesiz, muhterem Barones. Zavallı saatleri haksız yere kötüleyen ne kadar çok kimse olmuştur. Halbuki onlar başlıca tesellimizdir. Çepçevre koşarak bizi hiç durmadan geçleştirirler. Günün geçiciliğini, gece ile gündüz arasındaki farkı bilmezler. Tekrar tekrar gördüğüm bir rüyayı size anlatırsam, ne demek istediğimi belki daha iyi anlayacaksınız. "Birbirine düşman iki kardeş dünyayı idare ediyor. Erkek kardeş, sert ve kalpsizdir. Hiçbirşeye inanmaz, insanları hor görür. Kızkardeş aksine hayırsever ve yumuşak huyludur, bütün insanlara merhamet duyar. Adlarını da söyleyeyim: Prens Takvim ile Prenses Saat. Bütün insanların ruhunda bir takvim bir de saat vardır demek istiyorum. Tkvim herşeyin geçiciliğine işaret eder, saat insana ebediyeti hatırlatır. Takvimin yaprakları günden güne azalır. İnsanoğlu onların yokoluşunu dehşet içinde seyreder, rüzgar onları ne kadar uzağa sürüklerse, insanoğlu da peşlerinde o nispette hızlı koşar. Prens Takvim o zaman 'Beni boşuna takip ediyorsun' der. 'Giden bir daha geri gelmez.' Fakat Prenses Saat söze karışarak şöyle cevap verir. 'Hiçbirşey hakiki manada geçmez ve tik-tak diye işlemesine devam eder. Saar on ikinin arkasından daima saat bir gelir.'
İlona: Güzel bir benzetiş, doktor. Yalnız sakın prensesiniz küçük bir mızıkçı olmasın... Geçen zamanın bir daha geri gelmeyeceğini bize unutturmak için, hiç durmadan aynı sayıların üzerinde gider, gelir.

***

Bu dünyadaki hayatımız, üç ciltlik bir romanın ikinci cildine benziyor. Romanın ortası olduğuna göre, bir başlangıcı ve sonu da olmalı, değil mi?

***

"Çocuklarının, hayatı tek başlarına öğrenmelerinin doğru olduğuna inanan ana babalar vardır" öyle olunca annelerle babalar ne işe yarar ki?

***

Genç kadın karşısındaki müzisyeni bir kumandan gibi görüyordu. Gözlerinin önünde olanlar, bir tek kişinin bir çok kişi üzerindeki hakimiyetini temsil ediyordu. Beyaz elin tuttuğu değnek havaya kalkınca orkestrandan fışkıran tonlarda yükseliyor, değnek şöyle bir alçalınca az evvel o kadar yüksekten çağlayan sesler kısılıyordu. Erkek az sonra kollarını kaldırınca, çalgılar sanki göğe feryat etmeye başlıyorlardı. Orkestra şefi bir peygamber, bir sihirbazdı.

***

Ölüler ne kadar gaddardı. Giriştikleri işleri tamamlayamıyorlar, verdikleri sözü tutmuyorlar, allak bullak ettikleri işleri tekrar yoluna koymuyorlardı. Sadece başkalarının felaketini uzaktan seyretmek istermiş gibi hayat sahnesinden çekilip gidiyorlardı.

***

Evliliğin bir nevi kumar addettiğim için hiç evlenmedim. Birbirine tamamiyle yabancı iki insanın ahenkli bir müşterek hayat sürdürebilmelerine imkan görmüyorum. Onlar apayrı iki seyyareden gelmiş gibidirler ve sırf yolları karşılaştığı için de birbirlerine benzemek mecburiyetinde değillerdir. Halbuki aşkta benzerlik lazımdır. Hele aşkı bir menfaat ortaklığı şekline sokmak, onun varlığını tahkirden başka şey değildir. Bence, mesut bir çift teşkil etme şansı en fazla olan kimseler, kardeşlerdir. Ne çare ki, medeniyetimiz bu gibi birleşmeleri menediyor.

***

Takvim ile saat insanları ne güzel aldatıyordu. Bir saatin altmış dakikadan, bir dakikanın altmış saniyeden, bir yılın ise üç yüz altmış beş günden ibaret olduğunu iddia etmek sahtekarlıktan başka birşey değildi. Bazı günler üç yüz altmış beş saat, bazı yıllar ise sadece bir dakika sürüyordu. Zaman ölçü aletleriyle alay ediyordu.

***

İhtiyarlar gözlerini saatten ayıramazlar. Gençlik takv,me bakmaya lüzum görmez. Gençlik, insanın doğumundan itibaren ölmeye başladığının farkında değildir.

***

Olgunluk, insanın kendi kendisini tanıması, kendi kendiyle uyuşmasıdır. Hislerimiz, duygularımız ruhumuza tıpkı toprağın içindeki kökler gibi saplanırlar. Toprak ile kökler aynı şey değildir. Toprak biziz. Kökler büyük, bizi deler, bizi döller, bizi zehirler... Gelişmek, elem demektir. Tıpkı toprağın kökleri ile bir arada yaşamayı öğrenmesi gibi, bizim de onunla yaşamaya alışmamız lazımdır. Toprak ancak kökleri ile yaşamayı öğrendiği zaman olgundur.

***

Ferdin şeref kaideleri uzun yüzyıllar evvel kesin olarak tayin edilmiştir. İnsanın şerefini muhafaza etmek için bu kaidelere bağlı kalması kafidir. Fakat milletlerin şerefi, tıpkı hisse senetleri gibi değerlenir veya kıymetten düşer. Bunların muamelesi, kudret borsasında görülür. Milletler, şereflerine dokunup dokunmayan şeyleri, kudret ölçülerine göre tespit ederler.

Kitap 15: İlona - Hans Habe

Hans Habe'nin "Ağdakiler" kitabını çok beğendiğim için diğer kitaplarını da aldım. İlk olarak İlona ve sonrasında da Binlerce Şehit kitabını bitirdim. Sırada ise "Kontes" kitabı var. Her ne kadar "Ağdakiler" kadar çok sevip, etkilenmesem de İlona da güzel bir romandı...

Kitaptan sevdiğim bölümler;

Prens Kontovski: Harbi kaybedeceğiz . Haksız olmasak bile, karşı taraftan daha zayıf olduğumuz için kaybedeceğiz.
İlona: Şu halde zayıf olan taraf neden boyun eğmiyor?
Prens Kontovski: Harbin sonunda nasılsa boyun eğecek. Ama insanların çılgın gururu, harbde mağlubiyetin şerefli olmasını, barış içindeki boyun eğmenin ise şerefsiz olmasını emrediyor.

***

İlona: Sizce saatleri sevmek için mutlaka yaşlı mı olmalı?
Dr. Ginsburg: Şüphesiz, muhterem Barones. Zavallı saatleri haksız yere kötüleyen ne kadar çok kimse olmuştur. Halbuki onlar başlıca tesellimizdir. Çepçevre koşarak bizi hiç durmadan geçleştirirler. Günün geçiciliğini, gece ile gündüz arasındaki farkı bilmezler. Tekrar tekrar gördüğüm bir rüyayı size anlatırsam, ne demek istediğimi belki daha iyi anlayacaksınız. "Birbirine düşman iki kardeş dünyayı idare ediyor. Erkek kardeş, sert ve kalpsizdir. Hiçbirşeye inanmaz, insanları hor görür. Kızkardeş aksine hayırsever ve yumuşak huyludur, bütün insanlara merhamet duyar. Adlarını da söyleyeyim: Prens Takvim ile Prenses Saat. Bütün insanların ruhunda bir takvim bir de saat vardır demek istiyorum. Tkvim herşeyin geçiciliğine işaret eder, saat insana ebediyeti hatırlatır. Takvimin yaprakları günden güne azalır. İnsanoğlu onların yokoluşunu dehşet içinde seyreder, rüzgar onları ne kadar uzağa sürüklerse, insanoğlu da peşlerinde o nispette hızlı koşar. Prens Takvim o zaman 'Beni boşuna takip ediyorsun' der. 'Giden bir daha geri gelmez.' Fakat Prenses Saat söze karışarak şöyle cevap verir. 'Hiçbirşey hakiki manada geçmez ve tik-tak diye işlemesine devam eder. Saar on ikinin arkasından daima saat bir gelir.'
İlona: Güzel bir benzetiş, doktor. Yalnız sakın prensesiniz küçük bir mızıkçı olmasın... Geçen zamanın bir daha geri gelmeyeceğini bize unutturmak için, hiç durmadan aynı sayıların üzerinde gider, gelir.

***

Bu dünyadaki hayatımız, üç ciltlik bir romanın ikinci cildine benziyor. Romanın ortası olduğuna göre, bir başlangıcı ve sonu da olmalı, değil mi?

***

"Çocuklarının, hayatı tek başlarına öğrenmelerinin doğru olduğuna inanan ana babalar vardır" öyle olunca annelerle babalar ne işe yarar ki?

***

Genç kadın karşısındaki müzisyeni bir kumandan gibi görüyordu. Gözlerinin önünde olanlar, bir tek kişinin bir çok kişi üzerindeki hakimiyetini temsil ediyordu. Beyaz elin tuttuğu değnek havaya kalkınca orkestrandan fışkıran tonlarda yükseliyor, değnek şöyle bir alçalınca az evvel o kadar yüksekten çağlayan sesler kısılıyordu. Erkek az sonra kollarını kaldırınca, çalgılar sanki göğe feryat etmeye başlıyorlardı. Orkestra şefi bir peygamber, bir sihirbazdı.

***

Ölüler ne kadar gaddardı. Giriştikleri işleri tamamlayamıyorlar, verdikleri sözü tutmuyorlar, allak bullak ettikleri işleri tekrar yoluna koymuyorlardı. Sadece başkalarının felaketini uzaktan seyretmek istermiş gibi hayat sahnesinden çekilip gidiyorlardı.

***

Evliliğin bir nevi kumar addettiğim için hiç evlenmedim. Birbirine tamamiyle yabancı iki insanın ahenkli bir müşterek hayat sürdürebilmelerine imkan görmüyorum. Onlar apayrı iki seyyareden gelmiş gibidirler ve sırf yolları karşılaştığı için de birbirlerine benzemek mecburiyetinde değillerdir. Halbuki aşkta benzerlik lazımdır. Hele aşkı bir menfaat ortaklığı şekline sokmak, onun varlığını tahkirden başka şey değildir. Bence, mesut bir çift teşkil etme şansı en fazla olan kimseler, kardeşlerdir. Ne çare ki, medeniyetimiz bu gibi birleşmeleri menediyor.

***

Takvim ile saat insanları ne güzel aldatıyordu. Bir saatin altmış dakikadan, bir dakikanın altmış saniyeden, bir yılın ise üç yüz altmış beş günden ibaret olduğunu iddia etmek sahtekarlıktan başka birşey değildi. Bazı günler üç yüz altmış beş saat, bazı yıllar ise sadece bir dakika sürüyordu. Zaman ölçü aletleriyle alay ediyordu.

***

İhtiyarlar gözlerini saatten ayıramazlar. Gençlik takv,me bakmaya lüzum görmez. Gençlik, insanın doğumundan itibaren ölmeye başladığının farkında değildir.

***

Olgunluk, insanın kendi kendisini tanıması, kendi kendiyle uyuşmasıdır. Hislerimiz, duygularımız ruhumuza tıpkı toprağın içindeki kökler gibi saplanırlar. Toprak ile kökler aynı şey değildir. Toprak biziz. Kökler büyük, bizi deler, bizi döller, bizi zehirler... Gelişmek, elem demektir. Tıpkı toprağın kökleri ile bir arada yaşamayı öğrenmesi gibi, bizim de onunla yaşamaya alışmamız lazımdır. Toprak ancak kökleri ile yaşamayı öğrendiği zaman olgundur.

***

Ferdin şeref kaideleri uzun yüzyıllar evvel kesin olarak tayin edilmiştir. İnsanın şerefini muhafaza etmek için bu kaidelere bağlı kalması kafidir. Fakat milletlerin şerefi, tıpkı hisse senetleri gibi değerlenir veya kıymetten düşer. Bunların muamelesi, kudret borsasında görülür. Milletler, şereflerine dokunup dokunmayan şeyleri, kudret ölçülerine göre tespit ederler.

Film 27: Letters to Juliette

Seviyorum böyle filmleri. Nasıl filmler mi? Yormuyor, üzmüyor, mutlu sona varmak için izlediğinizi bilmek rahatlatıyor. Üstüne üstlük İtalya'nın en güzel yerlerini geziyor, bir aşk hikayesine tanıklık ediyor ve İngiliz ingilizcesi'nin* en iyi halini dinliyorsunuz...

Bir filmden daha ne beklenir ki ;)

*Sincerely Sorry!

Film 28: City Island





Being Julia, The Others filmleri gibi kendi içindeki konu dahilinde tekdüze bir anlatım varken, son sahneleri ve finali ile etkileyici olan filmlerdendi.

Andy Garcia'yı daha önce bu tarz agresif bir rolde izlemediğim için farklı ve başarılı buldum.

Film 27: Letters to Juliette

Seviyorum böyle filmleri. Nasıl filmler mi? Yormuyor, üzmüyor, mutlu sona varmak için izlediğinizi bilmek rahatlatıyor. Üstüne üstlük İtalya'nın en güzel yerlerini geziyor, bir aşk hikayesine tanıklık ediyor ve İngiliz ingilizcesi'nin* en iyi halini dinliyorsunuz...

Bir filmden daha ne beklenir ki ;)

*Sincerely Sorry!

Film 28: City Island





Being Julia, The Others filmleri gibi kendi içindeki konu dahilinde tekdüze bir anlatım varken, son sahneleri ve finali ile etkileyici olan filmlerdendi.

Andy Garcia'yı daha önce bu tarz agresif bir rolde izlemediğim için farklı ve başarılı buldum.

Film 26: Taare zameen par

3 İdiots'tan sonra yine eğitim-öğretim sistemini eleştiren bir hint filmi daha... Bu sefer sistem ile birlikte aile yapısı da eleştiriliyor. "Her çocuk özeldir" sözü ile özetleyeceğimiz film, bazı ailelerin bırakın tüm çocukları özel olarak görmek kendi çocuklarına bile gerekli ilgi ve özeni göstermediklerini acı bir şekilde anlatıyor. Herşeye rağmen iyi, idealist ve mücadeleci kişilerin olması, halen dünyanın yaşanabilir bir yer olmasını sağlıyor...

Film 26: Taare zameen par

3 İdiots'tan sonra yine eğitim-öğretim sistemini eleştiren bir hint filmi daha... Bu sefer sistem ile birlikte aile yapısı da eleştiriliyor. "Her çocuk özeldir" sözü ile özetleyeceğimiz film, bazı ailelerin bırakın tüm çocukları özel olarak görmek kendi çocuklarına bile gerekli ilgi ve özeni göstermediklerini acı bir şekilde anlatıyor. Herşeye rağmen iyi, idealist ve mücadeleci kişilerin olması, halen dünyanın yaşanabilir bir yer olmasını sağlıyor...

Film 24: Talk to me

Martin Luther King zamaninda yasamis ve efsane olmus bir radyocu Petey Greene’nin hayatini anlatan bir film. Filmin sonunu izleyemedim ama sonunda kisa bir anlatim da varmis ve bu anlatimda siyasilerden sonra, oldugunde cenazesine rekor sayida katilim olan tek kisi oldugundan bahsedilmis... Ayrica, onun radyocu olmasını sağlayan Dewey Hughes de oldukça ünlü olmuş...

Film 25: 3 Idiots

Bu filmde hergun gunluk hayatta bekledigim samimiyeti, insanligi ve halen sisteme kole olmamis, insan kalabilmeyi basarabilmis kisileri gormek acisindan cok rahatlatici ve bir o kadar da keyifli buldum. Okul muduru ve birinci olmaya calisan cocuk, aslinda gunumuzdeki ozellikle de maalesef Turkiye'deki kisilere cok benziyorlar. Sadece egitim alani degil hemen hemen her yerde hazimsiz, yaptigi seylerin kendisine ne deger kattigindan ziyade yaptigi seylerin digerlerini nasil etkileyecegini, onlara nasil fark yaratacagini ya da digerlerini nasil alt edecegi uzerine kurulu.


Keske bu film okullarda gosterilse. Neyse, bu aslinda toplum ile ilgili yorumum oldu :) Onun icin gelelim film ile ilgili yorumuma :)

Film 3 saat surmesine ragmen 1 saatmis gibi yok yok "1 saatmis" gibi de degil "her guzel sey" gibi cooook cabuk gecti :)


Benim acimdan ozellikle muzikal kisimlar filmi daha da renklendirdi. Bir filmden aradigim hersey fazlasiyla bu filmde oldugu icin gonul rahatligi ile “hayatimda izledigim en iyi filmlerden biri” gibi iddiali ama filme yakisan cumleler kurabildim...


Son olarak ALL IS WELL ;)

Film 24: Talk to me

Martin Luther King zamaninda yasamis ve efsane olmus bir radyocu Petey Greene’nin hayatini anlatan bir film. Filmin sonunu izleyemedim ama sonunda kisa bir anlatim da varmis ve bu anlatimda siyasilerden sonra, oldugunde cenazesine rekor sayida katilim olan tek kisi oldugundan bahsedilmis... Ayrica, onun radyocu olmasını sağlayan Dewey Hughes de oldukça ünlü olmuş...

Film 25: 3 Idiots

Bu filmde hergun gunluk hayatta bekledigim samimiyeti, insanligi ve halen sisteme kole olmamis, insan kalabilmeyi basarabilmis kisileri gormek acisindan cok rahatlatici ve bir o kadar da keyifli buldum. Okul muduru ve birinci olmaya calisan cocuk, aslinda gunumuzdeki ozellikle de maalesef Turkiye'deki kisilere cok benziyorlar. Sadece egitim alani degil hemen hemen her yerde hazimsiz, yaptigi seylerin kendisine ne deger kattigindan ziyade yaptigi seylerin digerlerini nasil etkileyecegini, onlara nasil fark yaratacagini ya da digerlerini nasil alt edecegi uzerine kurulu.


Keske bu film okullarda gosterilse. Neyse, bu aslinda toplum ile ilgili yorumum oldu :) Onun icin gelelim film ile ilgili yorumuma :)

Film 3 saat surmesine ragmen 1 saatmis gibi yok yok "1 saatmis" gibi de degil "her guzel sey" gibi cooook cabuk gecti :)


Benim acimdan ozellikle muzikal kisimlar filmi daha da renklendirdi. Bir filmden aradigim hersey fazlasiyla bu filmde oldugu icin gonul rahatligi ile “hayatimda izledigim en iyi filmlerden biri” gibi iddiali ama filme yakisan cumleler kurabildim...


Son olarak ALL IS WELL ;)